YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA
ÖDEME TAAHHÜDÜNÜ İHLAL SUÇU VE CEZASI
Borçlunun ödeme şartını ihlali halinde ceza:
Madde 340 - (DEĞİŞİK MADDE RGT: 01.06.2005 RG NO: 25832 KANUN NO: 5358/11) (KOD 3) (KOD 2) (KOD 1) 111 inci madde mucibince veya alacaklının muvafakati ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartını, makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun, alacaklının şikâyeti üzerine, üç aya kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra borçlu borcun tamamını veya o tarihe kadar icra veznesine yatırmak zorunda olduğu meblağı öderse tahliye edilir; ödemelerini tekrar keserse, hakkında tazyik hapsine yeniden karar verilir. Ancak, bir borçtan dolayı tazyik hapsinin süresi üç ayı geçemez.
2004 Sayılı İİK’nın 340. maddesine göre 111. maddesine uygun olan yapılan ödeme taahhüdü veya yine 111. madde mucibince taraflarca kararlaştırılan borcun taksitlendirilmesi sözleşmeleri icra ve iflas suçunun konusu olabilecektir. Ayrıca, taahhüt ya da sözleşmeye konu edilen hususun yerine getirilememesinin nedeni ile ilgili olarak da kanunda bir düzenlemeye gidilmiştir. Kanunda geçen ifadeye göre, taahhüt ya da sözleşmenin makbul bir sebep olmadan yerine getirmeyen borçlunun hapsen tazyikle cezalandırılacağı ifade olunmuştur. Anlaşılabileceği üzere sözü edilen maddenin sistemli bir şekilde analiz edilmesi gerekmektedir. Bu kısımda, 2004 Sayılı İİK’nın 340. maddesinin ayrıntılı incelemesi Yargıtay Kararları Üzerinden yapılacaktır.
İcra ve İflas Kanunu'nun 354. maddesinin 4. fıkrasında; \"Nafaka alacaklarına ilişkin takipler hariç, alacak miktarı Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından her yıl belirlenen aylık en yüksek brüt asgari ücret tutarının altında kalan takiplerde bu Kanunda öngörülen disiplin ve tazyik hapsi uygulanmaz.\" hükmü uyarınca, suçun oluşumu için, takip tarihindeki asıl alacak miktarının brüt asgari ücretin üstünde olması gerektiğinden ve şikayete dayanak olan icra takibinde bu koşulun gerçekleştiği anlaşıldığından, açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma isteminin reddine karar verilmiştir. Yargıtay 12. HD. 2024/7788 E. 2025/346 K.
2004 sayılı Kanun'un 340. maddesi gereğince taahhüdü ihlal suçunun oluşması için taahhüt tutanağında toplam borç miktarının, işleyen ve işleyecek faizin, vekalet ücreti, icra harç ve giderlerinin birlikte belirlenerek borçlunun taahhüdüne esas olan miktarın açıkça gösterilmesi gerekir. Taahhüt tutanağında toplam borç miktarının, işleyen ve işleyecek faizin, vekalet ücreti, icra harç ve giderlerinin ayrı ayrı gösterilmemesi halinde taahhütte belirsizlik oluşacağından taahhüt geçerli olmayacaktır. Yargıtay 12. HD. 2023/2413 E. 2023/2293 K.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.11.2006 tarihli ve 2006/16.HD-220 Esas, 2006/231 Karar sayılı ilamında yer alan, “Hapsen tazyik yaptırımında amaç, bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak olduğundan, alt sınırdan belli bir ceza belirlenmesi gerekmemekte, yükümlülük yerine getirilene kadar ve en çok 3 ay süreyle kişinin yükümlülüğüne uygun davranması için zorlanması söz konusu olmaktadır. Bu nedenle kararda belli bir sürenin öngörülmesi, yaptırımın bu niteliğine aykırı olacaktır.” şeklindeki gerekçe nazara alındığında, disiplin ve tazyik hapsinin bir \"hapis\" cezası olmadığı, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 2. maddesinde tanımlanan \"disiplin hapsi\" kavramı içinde kaldığı ve kısmî bir düzeni korumak amacıyla getirildiği, kişinin kendisinden beklenen yükümlülüğü yerine getirdiği takdirde de serbest kalacağı belirtilmiştir.
2004 sayılı Kanun'un 340. maddesi gereğince taahhüdü ihlâl suçunun oluşması için taahhüt tutanağında toplam borç miktarının, işleyen ve işleyecek faizin, vekâlet ücreti, icra harç ve giderlerinin birlikte belirlenerek borçlunun taahhüdüne esas olan miktarın açıkça gösterilmesi gerektiği halde, ... ... 21. İcra Müdürlüğünün 2017/187 esas sayılı takip dosyasında mevcut olup haciz sırasında borçlu tarafından verilen 01/12/2020 tarihli ödeme taahhüdünde kalan borç miktarı, başvuru harcı, tebligat gideri ve peşin harç ayrı ayrı rakamsal olarak gösterilmediği gibi takip tarihinden taahhüt tarihine kadar işlemiş ve taahhüt tarihinden ödeme tarihine kadar işleyecek faiz olup olmadığının da açıkça belirtilmemiş olması nedeniyle belirsizlik bulunduğundan taahhüdün geçerli olmadığı anlaşılmakla, sanığın üzerine atılı suçun unsurlarının oluşmaması nedeniyle beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği Yargıtay 12. HD. 2022/7816 E. 2022/8661 K.
farklı icra takiplerinde verilen farklı taahhütlerden dolayı 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu'nun 340. maddesi gereğince borçlunun ödeme şartını ihlâl suçundan sanığın ayrı ayrı cezalandırılması mümkün olduğundan kanun yararına bozma isteminin reddine karar verilmiştir. Yargıtay 12. HD. 2022/6999 E. 2022/7508 K.
aynı borç ilişkisi nedeniyle sanık hakkında bir defaya mahsus olmak üzere 3 aya kadar tazyik hapsine karar verilebileceği Yargıtay 12. HD. 2022/403 E. 2022/1339 K.
sanığın Yatağan İcra Müdürlüğünün 2017/505 esas sayılı dosyası kapsamında vermiş olduğu 28/03/2019 tarihli taahhüde ilişkin borcunu ödemeyerek taahhüdü ihlâl etmesi nedeniyle Yatağan İcra Ceza Mahkemesinin 20/12/2019 tarihli ve 2019/232 esas, 2019/271 sayılı kararıyla 3 aya kadar tazyik hapsi ile cezalandırılmasına karar verildiği, sanık hakkında aynı taahhüt nedeniyle Yatağan İcra Ceza Mahkemesinin 2019/255 esasında kayden yapılan yargılama neticesinde de, bahse konu Yargıtay kararında belirtilen şekilde Mahkemesince önceden verilen hapsen tazyik kararının infaz edilip edilmediği araştırılmadan, borçlunun tekrar 3 aya kadar hapsen tazyikine karar verildiği gözetilmeden, itirazın bu nedenlerle kabulü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği Yargıtay 12. HD. 2021/6362 E. 2021/8410 K.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 29/09/2009 tarihli ve 2009/16.HD-188 esas, 2009/205 sayılı ilâmında yer alan, ''... 2004 sayılı İcra İflas Yasasının 5358 sayılı Yasa ile değişik 340. maddesi; 111 inci madde mucibince veya alacaklının muvafakati ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartını, makbul bir sebep olmaksızın ihlâl eden borçlunun, alacaklının şikâyeti üzerine, üç aya kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra borçlu borcun tamamını veya o tarihe kadar icra veznesine yatırmak zorunda olduğu meblağı öderse tahliye edilir; ödemelerini tekrar keserse, hakkında tazyik hapsine yeniden karar verilir. Ancak, bir borçtan dolayı tazyik hapsinin süresi üç ayı geçemez” hükmünü taşımaktadır. Bu hükme göre, borcun taksitler hâlinde ödenmesinin taahhüt edilmesi hâlinde, ilk taksitin ödenmemesi ile taahhüdü ihlâl suçu oluşacak ve borçlunun 3 aya kadar hapsen tazyikine karar verilecektir. Hapsen tazyik yaptırımında amaç, bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak olduğundan, alt sınırdan belli bir ceza belirlenmesi gerekmemekte, yükümlülük yerine getirilene kadar ve en çok 3 ay süreyle kişinin yükümlülüğüne uygun davranması için zorlanması söz konusu olmaktadır. Ceza Genel Kurulunun 30.01.2007 gün ve 16-12 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, ilk taksitin ödenmemesi üzerine, borçlunun hapsen tazyik ile cezalandırılmasından sonra, bu cezanın infazı sırasında söz konusu taksiti ödemesi hâlinde tahliye edilecek, ancak sonraki taksiti ödememesi hâlinde eylemi yeniden yaptırımı gerektirecektir. Ancak, ilk taksitin ödenmemesi üzerine 3 aya kadar hapsen tazyik kararının tamamının infazı hâlinde takip eden taksitlerin ödenmemesi durumunda artık borçlunun cezalandırılması olanağı kalmayacaktır. Bir başka anlatımla, ilk taksitin ödenmemesi nedeniyle maddede öngörülen cezanın tamamının infazı hâlinde, yaptırım uygulama olanağı kalmadığından, diğer taksitlerin ödenmemesi ayrıca bir taahhüdü ihlâl kabahatini oluşturmayacaktır... Görüldüğü gibi, borçlunun, aynı borçtan dolayı ve her bir taksit için ayrı ayrı olmak üzere toplam 6 aya kadar hapsen tazyikine karar verilmiş olup, bu uygulama yasaya aykırıdır.... Bu hususun infaz aşamasında değerlendirilmesine ve düzeltilmesine olanak bulunmamaktadır. Zira, her bir taksit için ayrı ayrı hapsen tazyik kararı verilmesi hâlinde, bu kararların her biri infaz yeteneğine sahip olup, usulüne uygun bir şekilde kaldırılmadığı sürece, Yasanın aradığı en çok 3 aya kadar tazyik hapsi verilebileceği kuralınaşacak şekilde infaz edilmeleri söz konusu olabilecektir. Yerel Mahkemece yapılması gereken, borçlunun ilk taksiti ödememek suretiyle ödeme taahhüdüne aykırı davranması nedeniyle 3 aya kadar hapsen tazyikine ilişkin ilk hükmün infazını bekleyerek, eğer kabahatli, bu hapsen tazyik kararının yerine getirilmesinden sonra borcu öder ise, ödenmeyen diğer taksit yönünden kalan süre kadar hapsen tazyik kararı vermektir. Yerel Mahkemece, ilk taksitin ödenmemesi nedeniyle verilen hapsen tazyik kararının infaz edilip edilmediği araştırılmadan, son taksitin ödenmemesi nedeniyle yapılan şikâyet üzerine, borçlunun yeniden 3 aya kadar hapsen tazyik ile cezalandırılması yasaya aykırı olup, kararın bu nedenle yasa yararına bozulması gerekirken, Özel Dairece yasa yararına bozma isteminin reddine karar verilmesi isabetli değildir.'' şeklindeki açıklamalar nazara alındığında; Dosya kapsamına göre, 31/05/2017 tarihli aynı taahhüt nedeniyle ... (...) İcra Ceza Mahkemesinin 11/08/2020 tarihli ve 2019/291 esas, 2020/17 karar sayılı dosyası ile sanık hakkında müşteki vekilinin şikayetten vazgeçmesi nedeniyle düşme kararı verildiğinden bahisle, incelemeye konu dosyada karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş olup, borçlunun 31/05/2017 tarihli taahhütünde birden fazla taksitlendirme olduğu ve her bir taahhüt ihlali için ayrı şikayette bulunduğu, ... (...) İcra Ceza Mahkemesinin 28/09/2020 tarihli ve 2018/930 esas, 2020/492 yılı kararına konu dosyada şikayetin 15/09/2018 tarihli taksit ödemesine ilişkin olduğu, müşteki vekilinin 11/08/2020 tarihli feragat dilekçesiyle ... (...) İcra Ceza Mahkemesinin 2019/291 dosyasına konu olan şikayetinden vazgeçtiği anlaşılmakla, taahhüde konu borcun tamamı yerine sadece dava konusu yapılan taahhüt taksit borcundan şikayetten vazgeçmenin sonraki taksitlerin ödenmemesi halinde açılacak davaları kapsamayacağı ve davayı tamamıyla düşürmeyeceği dikkate alındığında, şikayetten vazgeçme nedeniyle düşme kararı verildiği gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesinde isabet görülmediği Yargıtay 12. HD. 2021/6354 E. 2021/8415 K.
Dosya kapsamına göre, 06/03/2019 tarihli taahhüt tutanağı ile taraflarca kararlaştırılan 02/02/2020-02/03/2020 tarihli taksitlerin ödenmemesi ile suçun oluştuğu, müşteki vekilinin ise buna rağmen 22/06/2020 tarihinde şikâyette bulunduğu anlaşılmakla, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “şikayet süresi” başlıklı 347. maddesinde yer alan, “Bu Bapta yer alan fiillerden dolayı şikâyet hakkı, fiilin öğrenildiği tarihten itibaren üç ay ve her halde fiilin işlendiği tarihten itibaren bir yıl geçmekle düşer.” şeklindeki düzenlemeler karşısında, suça konu ödenmeyen 02/02/2020-02/03/2020 tarihli taksitler ile müşteki tarafın şikâyet tarihi arasında üç aylık sürenin geçmiş olduğu ve bu nedenle mahkumiyet yerine bu taksitler yönünden şikâyet hakkının düşürülmesine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, itirazın bu yönlerden kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesi isabetsiz olduğundan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma isteminin şikayete konu edilen 02/02/2020-02/03/2020 tarihli taksitler açısından ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, ... 1. İcra Ceza Mahkemesinin 27/11/2020 tarihli ve 2020/118 değişik ... sayılı kararının, bu yönden CMK’nın 309/4. maddesi uyarınca BOZULMASINA Yargıtay 12. HD. 2021/3150 E. 2021/4074 K.
Anılan ihbarnamede; Benzer bir olaya ilişkin Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 16/03/2017 tarihli ve 2016/13036 esas, 2017/2326 karar sayılı ilâmında yer alan, "...ayrıca sanığın borçlu şirket yetkilisi olduğunu gösteren bir belge de temin edilmeden şirket adına taahhütte bulunduğu anlaşılmakla, bu şartlarda taahhüt geçerli sayılamayacağından, sanığın üzerine atılı suçun unsurlarının oluşmaması nedeniyle itirazın kabulü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği...BOZULMASINA, sanık hakkında ödeme şartını ihlal eyleminden dolayı hükmolunan tazyik hapsinin kaldırılmasına..." şeklindeki açıklama karşısında, somut olayda takip talebi ve ödeme emrinde .. Elektrik Nakliye Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi'nin borçlu sıfatını haiz olduğu, ödeme emrinin borçlu şirkete tebliğ edildiği, sanığın ... 3. Noterliği tarafından tanzim edilen 34693 sayılı düzenleme şeklindeki vekaletname ile şirket yetkilisi tarafından vekil tayin edildiği ama icra takiplerinde taahhütte bulunmaya yetkili kılınmadığı anlaşılmakla, şirketi borçlandırıcı işlem yapma ve şirket adına taahhütte bulunma yetkisi vekaletname ile sınırlı sanığın şirket yetkilisi kabul edilemeyeceği, bu koşullar altında taahhüdün geçersiz sayılacağı cihetle, atılı suçun yasal unsurlarının oluşmaması nedeniyle sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesinde, isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309.maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla gereği görüşülüp düşünüldü; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, ... İcra Ceza Mahkemesinin 13/06/2017 tarihli ve 2017/87 esas, 2017/111 sayılı kararının CMK’nın 309/4-d maddesi uyarınca BOZULMASINA karar verilmiştir. Yargıtay 12. HD. 2020/3413 E. 2020/3192 K.
2004 sayılı Kanun’un "Borçlunun ödeme şartını ihlali halinde ceza" başlıklı 340. maddesinin "111 inci madde mucibince veya alacaklının muvafakati ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartını, makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun, alacaklının şikâyeti üzerine, üç aya kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra borçlu borcun tamamını veya o tarihe kadar icra veznesine yatırmak zorunda olduğu meblağı öderse tahliye edilir; ödemelerini tekrar keserse, hakkında tazyik hapsine yeniden karar verilir. Ancak, bir borçtan dolayı tazyik hapsinin süresi üç ayı geçemez." hükmü karşısında, aynı borç ilişkisi nedeniyle sanık hakkında bir defaya mahsus olmak üzere 3 aya kadar tazyik hapsine karar verilebileceği, Sanığın ... 12. İcra Müdürlüğünün 2018/4775 esas sayılı dosyası kapsamında, 05/04/2017 tarihli ve 125.000,00 Türk lirası bedelli bonoya istinaden yapılan takip sonucunda, vermiş olduğu 30/07/2018 tarihli taahhüde ilişkin borcunu ödemeyerek taahhüdü ihlâl etmesi eylemi nedeniyle, ... 4. İcra Ceza Mahkemesinin 13/12/2018 tarihli ve 2018/521 esas, 2018/727 sayılı kararıyla 3 aya kadar tazyik hapsi ile cezalandırılmasına karar verilerek, bahse konu tazyik hapsinin 23/03/2019 ile 20/06/2019 tarihleri arasında infaz edildiği, sanık hakkında yine 05/04/2017 tarihinde düzenlenmiş olan 125.000,00 Türk lirası bedelli iki ayrı bonoya dayanak olarak ... 4. İcra Müdürlüğünün 2017/20464 esas sayılı kapsamında 27/09/2018 tarihli taahhüde dair borcunu ödemeyerek taahhüdü ihlal etmesi nedeniyle, bahse konu Ceza Genel Kurulu kararında belirtilen şekilde Mahkemesince önceden verilen hapsen tazyik kararının infaz edilip edilmediği ve aynı tarihli bonoların aynı borç ilişkisinden dolayı düzenlenip düzenlenmediğine ilişkin gerekli araştırma yapılmaksızın sanık hakkında tazyik hapsine dair karar verilmesinde, isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309.maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla gereği görüşülüp düşünüldü; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, ... 7. İcra Ceza Mahkemesinin 25/12/2018 tarihli ve 2018/464 esas, 2018/609 sayılı kararının CMK’nın 309/4. maddesi uyarınca BOZULMASINA karar verilmiştir. Yargıtay 12. HD. 2019/13893 E. 2020/102 K.
Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 09/06/2016 tarihli ve 2016/3298 esas, 2016/19382 sayılı ilâmında da belirtildiği üzere, 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun 583/1. maddesinde yer alan "Kefalet sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azamî miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Kefilin, sorumlu olduğu azamî miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır." şeklindeki hüküm dikkate alındığında, dosya içerisinde bulunan sanıklar ....., ... … ve ...'in borcu üstlendiklerine ilişkin ayrı ayrı tanzim edilen 27/09/2018 tarihli icra kefalet tutanaklarında, sanıkların imzaları haricinde borcu üstlendiklerine ilişkin kendi el yazıları ile yazılmış başkaca bir ibarenin bulunmadığı gözetilmeden, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde, isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309.maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla gereği görüşülüp düşünüldü; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden,... Asliye Ceza Mahkemesinin 15/03/2019 tarihli ve 2019/25 değişik iş sayılı kararının CMK’nın 309/4-d maddesi uyarınca BOZULMASINA Yargıtay 12. HD. 2019/9098 E. 2019/12398 K
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 05.05.2001 Tarih 2001/7 – 173 E., 2001/178 K., T.C.Yargıtay 17.Hukuk Dairesi 10.11.2004, 2004/10139 E. 2004/12116 K . ile İcra kefili olan sanığın örnek 53 icra emrinin dairede tebliğinden sonra lehine işleyecek sürelerden açıkça feragat ettiğine dair bir beyanının bulunmadığı bu sebeple icra emri tebliğinden sonra taahhüt beyanının varlığından söz edilemeyeceğinden söz edilmiştir.
Somut olayda borçlular hakkında genel haciz yoluyla başlatılan takip sırasında borçlulardan İ. T.'nin kızı H. G., icra dairesine gelerek verdiği beyanla, borca icra kefili olmuştur. İcra kefili, icra emri tebliği ve sürelerden feragat etmiş olsa bile, icra emri tebliğ edilip takip kesinleşmeden adı geçen icra kefilinin mallarına haciz konulamaz. Bu koşul gerçekleşmeden önce yapılan muvafakat ise geçerli kabul edilemez. Şikayet mahiyeti itibariyle süreye de tabi olmadığından icra kefilinin takibin kesinleşmesi öncesi konulan hacizlerin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken reddine karar verilmesi isabetsizdir. Yargıtay 12.Hukuk Dairesi 06.06.2013 Tarih, 2013/12636 E., 2013/21071 K
icra kefiline icra emri gönderilmesi gerektiğinin üzerinde durulmakla birlikte borçlunun İİK’nın 20. Maddesindeki sürelerden feragat etmesi ile ilgili de açıklama yapılmıştır. İcra kefilinin ilam niteliğinde belge sayılan icra dairesindeki kefaleti sebebiyle doğan borcundan dolayı kendisine icra emri gönderilerek hakkında icra takibi başlatılması ve takibin kendisi yönünden de kesinleşmesinden sonra yaptığı taahhüde uymaması halinde taahhüdü ihlal suçu oluşacaktır ve bununla birlikte sanığın asıl borçluya icra kefili olduğu, 19.1.2000 günlü ödeme taahhüdü tutanağından önce kendisine icra emri çıkarılmadığı ve hakkında kesinleşmiş herhangi bir icra takibi de olmadığı anlaşıldığı gibi, sanığın bu haklarından ve İİK'nın 20. maddesindeki sürelerden açıkça bir feragatine de rastlanmadığından, bu taahhüt hukuken geçersizdir ifadesi yer almıştır. Aynı kararda çoğunluk görüşüne katılmayan üye “sanık borçlu hakkında yapılan icra takibi sırasında borçlu adına borcu ödemeyi taahhüt etmek sureti ile icra kefili olduğuna, borcu hangi tarihte ödeyeceğini bildiğine, taahhüt ettiği tarihte ödeme yapmadığına göre suç oluşur. İcra kefili olarak borcun miktarını ve taahhüdünü sanık bildiğine göre yeniden esas borçlu hakkında takip yapılması, esas borçlunun borcunu ödememesi sonucu yeniden icra kefili olan sanık hakkında takipte bulunulmasına gerek bulunmamaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 25.09.2001 Tarih 2001/7-150 E., 2001/156 K.
Ödeme taahhüdünü ihlal ettiği iddia olunan takip borçlusunun hakkında gerekli incelemenin başlatılması için alacaklının şikâyet şartı öncelikli unsurdur. Ödeme taahhüdünü ihlal eden borçlu hakkında gerekli olan şikâyet başvurusunda bulunulmasına, hakkında şikâyet olan, ödeme taahhüdünü ihlal eden borçluya paralel bir şekilde takibin alacaklısıdır. Şikâyette bulunma anlamında yetkiye sahip olan alacaklı, borçlunun taksitle ödeme taahhüdünde, taksitle ödeme taahhüdünde bulunulan takibin alacaklısı, taraflarca kararlaştırılan taksitle ödeme sözleşmelerinde ise sözleşmeye taraf olan takibin alacaklısı anlamındadır. Bahsedilenlerin aksine bir durumda, alacaklı şikâyet hak ve yetkisine sahip olmadığından, ödeme taahhüdünü ihlal icra ve iflas suçunun diğer unsurları tamam olsa bile, yapılacak olan şikâyet herhangi bir hüküm doğurmayacağı, şikâyet için kanunda belirli olan süreyi de kesmeyecektir. Zira, İİK’nın 347. maddesinde şikayet için belirli olan özel ve genel nitelikte hak düşürücüler ‘…bu Bapta yer alan fiillerden dolayı şikâyet hakkı, fiilin öğrenildiği tarihten itibaren üç ay ve her halde fiilin işlendiği tarihten itibaren bir yıl geçmekle düşer…’ şeklindeki ibare ile düzenlenmiştir. Sözü edilen maddeye göre, icra ve iflas suçunun konusunu oluşturan fiilin öğrenildiği tarihten üç ay ve her halde fiilin 134 Çetin, s. 208-209. 73 tarihinden itibaren bir yıl içerisinde o icra ve iflas suçu ile ilgili olarak şikâyette bulunmak gerekmektedir. Ödeme taahhüdü açısından, bu düzenleme nazara alındığında özel ve genel hak düşürücü süreyi başlatan unsurlar sırasıyla ödeme taahhüdünü ihlale ilişkin eylemin öğrenildiği tarih ve ödeme taahhüdünü ihlale ilişkin eylemin gerçekleştiği tarihtir.
Yasaların geriye yürümezliği ilkesi esas olmakla birlikte, lehe olan yasal düzenlemeden, haklarındaki hüküm kesinleşmiş olan ilgililerin yararlanması gerektiği de ceza hukukunun temel prensiplerindendir. Hal böyle olunca anılan Yasanın, yürürlüğe girdiği tarih itibariyle geçerli olan brüt asgari ücret miktarının altında kalan alacak miktarlarına ilişkin takipler nedeniyle yapılan şikayetler sonucu verilen (nafaka alacaklarına ilişkin takipler hariç) disiplin ve tazyik hapsi cezaları hakkında uygulanması gerekecektir. Buradaki alacak miktarından ne anlaşılması gerektiğinin saptanması zorunlu hale gelmiştir. Dairemizce de benimsenen yüksek 12. Hukuk Dairesinin yerleşik uygulamalarına göre asıl alacağın, takibe konulan ve üzerine masraf, faiz ve vekalet ücreti gibi meblağların ilave edilmediği miktar olduğunun kabulü gerekmektedir. Somut olaya bakıldığında, 05.03.2010 tarihinde başlatılan ve alacak miktarı 780,00 TL olan takipte, alacak miktarının lehe yasanın yürürlüğe girdiği tarih itibariyle geçerli olan brüt asgari ücret miktarının altında kalması nedeniyle itirazın kabulü yerine reddine karar verilmesi isabetsizdir. Yargıtay 16.Hukuk Dairesi 14.02.2012 Tarih, 2012/1138 E., 2012/1207 K.
Ödeme taahhüdünü ihlal suçuna ilişkin şikâyetin süre bakımından hangi süre aralığı içerisinde yapılabileceğinin incelenmesini takiben şikâyette bulunulan tarih ile ödeme taahhüdünün ihlal tarihi arasındaki bağlantıdan da ifade etmek gerekmektedir. Esas itibariyle, şikâyette bulunulan tarihin ödeme taahhüdünün ihlalinin gerçekleşmesi aşamasından sonraki bir döneme tekabül etmesi gerekmektedir. Yani, şikâyet teknik olarak ödeme taahhüdünü ihlal suçunun gerçekleştiği daha önceki bölümlerde anlatılan tarih kesitinden sonraki bir tarihte yapılması gerekmektedir. Aksi takdirde, ödeme taahhüdünü ihlal eylemi şikâyet tarihinden sonraki bir tarihte gerçekleşse bile ödeme taahhüdünün gerçekleştiğinden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Yargıtay 16. Hukuk Dairesi 2009/441 E 2009/939 K.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2003/19-289 E. 2003/373 K.
(214 S. K. m. 20, 106, 111, 78, 340)
Taraflar arasındaki sıra cetveline itiraz davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 3. İcra Tetkik Merciince davanın reddine dair verilen 17.5.2001 gün ve 2001/41-858 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 11.10.2001 gün ve 5232-6394 sayılı ilamı ile, (...Hükmüne uyulan Yargıtay bozma kararında "Pamukbank A.Ş' nin alacaklı olduğu dosyalarda birden fazla yapılan taksitlendirme sözleşmelerinin İİK' nun 20. maddesindeki düzenlemenin amacına aykırı olduğu, bu nedenle ilk taksitlendirmeden sonra yapılacak yeni taksitlendirme sözleşmelerinin sürenin işlemesini engellemeyeceği belirtilmiştir. İİK' nun 111. maddesinde borçlu ile alacaklının icra dairesinde yapacakları borcun taksitlendirmesine ilişkin sözleşmenin devamı süresince 106. maddesindeki sürelerin işlemeyeceği, taksitlerden birinin zamanında verilmemesi halinde icra muamelelerinin kaldığı yerden davam edeceği hükme bağlanmıştır. Bu durumda ilk taksitlendirme sözleşmesinin ihlali ile satış isteme süresi yeniden başlayacaktır. Davalı Banka ilk ihlal üzerine satış talebinde bulunmuşsa da daha sonra yapılan taksitlendirme sözleşmeleri satış isteme süresini durdurmayacağından, iki yıllık satış isteme süresi dolmuştur. Birden fazla taksitlendirme sözleşmeleri ile satış isteme süresinin uzatılmasının kanunun amacına uygun bulunmadığı ve bu nedenle süresinde satış isteminde bulunulmamış olduğu gözetilerek şikayetin kabulüne karar vermek gerekirken yazılı gerekçeyle reddinde isabet görülmemiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, Mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ... sonra gereği görüşüldü:
Dava, sıra cetveline itiraza ilişkindir.
Davacı Finansbank A.Ş. vekili; Borçlu Bahattin Bayraktar aleyhine İstanbul 6. İcra Müdürlüğünün 1993/8299 Esas ve 1993/8282 Esas sayılı dosyalarında yürütülen icra takibi sırasında borçluya ait Bayraktar 1 adlı geminin haczedildiğini, davacı Bankanın satış talebi üzerine 2.3.1998 tarihinde 41.300.000.000.TL bedel ile 1993/8282 Esas sayılı dosyadan satın alındığını; Geminin satışından sonra düzenlenen sıra cetvelinde davalı Bankanın alacaklı olduğu dosyalara ilk üç sırada yer verildiğini, sıra cetvelinde birinci sırada bulunan 1993/8327 Esas ve üçüncü sırada bulunan 1994/22182 Esas sayılı takip dosyalarında davalı Banka tarafından süresinde satış istenmemesi nedeniyle haczin düştüğünü ve birden fazla taksitlendirme sözleşmesi yapılarak satış isteme sürelerinin uzatılamayacağını; davalı Bankanın 1994/22182 Esas sayılı icra dosyasına birinci sırada yer verilmesi Geminin satış bedelinden ipotek limit fazlasının ikinci sırada yer alması gereken davacıya ait 1993/8299 Esas sayılı dosyaya ödenmesi gerektiğini ileri sürerek sıra cetvelinin iptaline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Pamukbank T.A.Ş. vekili; sıra cetvelinde birinci ve üçüncü sırada gösterilen 1993/8327 ve 1994/22182 sayılı dosyalarda hacizden itibaren yasal sürede satış istendiğini, borçlu ile taksitlendirme sözleşmeleri yapıldığından satış isteme süresinin durduğunu ve haczin düşmediğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Tetkik Merciince "davalı Bankanın süresinde satış talebinde bulunduğu ve birden fazla taksitlendirme sözleşmesi yapılmasının yasaya aykırı olmadığı" gerekçesine dayalı reddine dair verdiği karar, Özel Dairece yukarıda yazılan gerekçeyle bozulmuştur.
Özel Daire ile Tetkik Mercii arasındaki uyuşmazlık; birden fazla sayıdaki taksitlendirme sözleşmesinin İcra ve İflas Kanununun 111. maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği; bu bağlamda ilk taksitlendirme sözleşmesinden sonra yapılan yeni taksitlendirme sözleşmelerinin satış isteme süresini durdurup durdurmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle, borcun hangi şartlarda ve ne zaman taksitlendirilebilecegi açıklığa kavuşturulmalıdır.
İcra ve İflas Kanununda bu konuda açık bir hüküm bulunmamakla birlikte, 78/ 11 ve 340. maddelerdeki düzenlemelerden, hacizden önce taksit sözleşmesi yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmaktadır. O halde alacaklı ile borçlu, hacizden önce veya sonra, her zaman borcun taksitle ödenmesini kararlaştırabilir ve İcra ve İflas Kanununun 111. maddesinde öngörülen ödeme şartlarına bağlı kalmaksızın taksitlerin miktarının ve ödeme zamanını serbest iradeleriyle diledikleri gibi tayin edebilirler. Belirtilmelidir ki, burada. 111. maddede öngörülenden farklı olarak, alacaklının böyle bir taksitlendirmeyi kabul etmiş bulunması şarttır. Bu türden bir sözleşme yapıldığı ve taksitler zamanında ödendiği sürece, 106. maddede öngörülen süreler de işlemez.
Diğer taraftan borçlu, hacizden sonra fakat satış talebinden önce borcunu muntazam taksitlerle ödemeyi taahhüt eder ve bu taahhüdü İcra ve İflas Kanununun 111. maddesinde öngörülen şartlara uygun olursa. alacaklının kabulü aranmaksızın icra takibi kendiliğinden durur. Başka bir ifadeyle, borçlunun kanuni taksit hakkını düzenleyen İcra ve İflas Kanununun 111. maddesi hükmü çerçevesinde, alacaklının kabulü gerekmeksizin yapılan bu sözleşmenin devamı süresince 106. maddede öngörülen süreler işlemeyecektir:
Nitekim İcra İflas Kanununun 111. maddesine 3494 sayılı Yasa ile eklenen üçüncü fıkranın Hükümet Gerekçesinde de, taksitle yapılan ödemelerin devamı sırasında çoğu kez kanunun satış talebi için aradığı sürenin dolduğu, taksit ödemelerinin borçlu tarafından ihlali halinde süre geçtiği için alacaklının satış talebinde bulunamadığı ve bakiye alacağını tahsilde zorlukla karşılaştığı, bu mahzuru bertaraf etmek için taksit sözleşmesinin ihlaline kadar geçen sürenin satış isteme süresinin hesabında nazara alınmayacağı ilkesinin getirildiği belirtilmiştir. Gerekçedeki bu açıklamalardan, anılan madde hükmünün, alacaklının haklarını korumak amacıyla eklenmiş olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
Amaç bu olduğu için de, alacaklının kabulüne bağlı olmaksızın borçlunun kanuni taksit hakkını bir defadan fazla kullanması mümkün değildir. Yine, taksitlendirme sözleşmesinin borçlu tarafından ihlali halinde yapılacak yeni taksit sözleşmeleri de, alacaklının kabulüne bağlı olacaktır.
Az yukarıda açıklandığı üzere, borçlu ve alacaklının anlaşarak borcu taksitlendirmeleri halinde, İcra İflas Kanununun 106. maddesinde öngörülen süreler işlemez. Ancak, aynı Kanunun 20. maddesinin açık hükmü karşısında. ilk taksitlendirme sözleşmesinin ihlalinden sonra yapılan yeni taksitlendirme sözleşmeleri, anılan sürelerin işlemesini engellemez.
Bu noktada şu hususun da vurgulanmasında yarar vardır: İcra ve İflas Kanununda düzenlenen süreler kesin olup 20. maddede. Kanunun tayin eylediği müddetleri değiştiren bütün mukavelelerin geçersiz olduğu hükme bağlanmıştır. Eş söyleyişle, icra takibinin tarafları için konulmuş olan, hak düşürücü nitelikteki bu süreler, sözleşme ile değiştirilmez.
Somut olayda; Davalı Pamukbank T.A.Ş.' nin alacaklı olduğu, sıra cetvelinin birinci sırasında yer alan 1993/8327 esas sayılı takip dosyasında 27.5.1993 tarihinde uygulanan ihtiyati haciz, 6.7.1993 tarihinde kesin hacze dönüşmüş, alacaklı vekilinin 18.8.1994 günü satış talebinde bulunmasından sonra 19.6.1995; 30.11.1995; 12.9.1996 ve 15.5.1997 tarihlerinde taksitle ödeme sözleşmesi yapılmıştır.
Yine, davalı Bankanın alacaklı olduğu, sıra cetvelinin üçüncü sırasında yer alan 1994/22182 esas sayılı takip dosyasında 2.8.1994 tarihinde uygulanan ihtiyati haciz de, 19.6.1995 tarihinde kesin hacze dönüşmüş ve 30.11.1995; 12.9.1996; 15.5.1997 tarihlerinde taksitle ödeme sözleşmesi yapılmıştır. Haczedilen Bayraktar 1 adlı gemi davacı Finansbank A.Ş.' nin alacaklı olduğu 1993/8282 Esas sayılı dosyadan 2.3.1998 tarihinde satılmış ve 23.8.1999 tarihli sıra cetvelinde davalı Pamukbank A.Ş.' nin alacaklı olduğu 1993/8327 Esas sayılı dosyaya birinci sırada yer verilerek, satış bedelinin bu dosyaya ödenmesi karar altına alınmıştır.
Davalı Pamukbank T.A.Ş. ile borçlu arasında yapılan taksitle ödeme sözleşmelerinde, İcra ve İflas Kanununun 111. maddesinde öngörülen koşulların varlığından söz edilemez. Birden fazla yinelenen taksitlendirme sözleşmesi ile taraflar taksitlerin miktarı ve ödeme zamanını diledikleri biçimde kararlaştırmış iseler de; yukarıda açıklandığı üzere satış isteminde bulunma süresinin sözleşmeyle uzatılması hukuken mümkün değildir. Davalı Bankanın taksitlendirme sözleşmelerinin ihlalini takiben satış talebinde bulunmuş olması da, sözleşmenin ilk ihlalinden sonra yapılan taksitlendirme sözleşmelerinin satış isteme süresini durdurmayacağı, sonucunu değiştirmez.
Hal böyle olunca, Yerel Mahkemece, ilk taksitlendirme sözleşmesinin ihlalinden sonra birden fazla taksitlendirme sözleşmesi yapılmak suretiyle satış isteme süresinin uzatılmayacağı; dava konusu takip dosyalarında davalı Banka tarafından yasal süre içerisinde satışın istenilmemiş olduğu göz önüne alınarak, Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi doğru değildir. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK' nun 429. maddesi uyarınca BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 28.05.2003 gününde oybirliği ile karar verildi.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2002/17-13 E. 2002/123 K.
TAAHHÜDÜ İHLAL SUÇU - ÜST NORM OLAN VE SANIK LEHİNE HÜKÜMLER GETİREN ANAYASAL DÜZENLEME - SANIĞIN BORCUNU HANGİ NEDENLE VEYA NEDENLERLE YERİNE GETİREMEDİĞİNİN ARAŞTIRILMASI GEREĞİ
ÖZET: Üst norm olan ve sanık lehine hükümler getiren bu yeni Anayasal düzenleme çerçevesinde, sanığın borcunu hangi nedenle veya nedenlerle yerine getiremediği araştırılarak, hukuki durumunun belirlenmesi gerekir.
(2709 S. K. m. 38) (2004 S. K. m. 8, 106, 111, 340) (765 S. K. m. 2, 81) (818 S. K. m. 1, 3) (YCGK. 22.01.2002 T. 2001/17-294 E. 2002/1 K.) (YCGK. 29.01.2002 T. 2001/17-295 E. 2002/14 K.)
Dava: Taahhüdü ihlal suçundan sanık Edip Kaptanın İİY'nın 340 ve TCY. nın 81/2. maddeleri uyarınca 1 ay 5 gün hafif hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin Diyarbakır İcra Ceza Mahkemesinden verilen 01.06.2000 gün ve 626-383 sayılı hüküm sanık tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Hukuk Dairesince 13.04.2001 gün ve 1622-1604 sayı ile;
Tekerrüre esas alınan sabıka kaydının karar yerinde belirtilmeden sanığa verilen cezanın TCK. nun 81/2. maddesi ile artırıma tabi tutulması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda, bu kez 06.09.2001 gün ve 919-1086 sayı ile sanığın İİY. nın 340. maddesi uyarınca 1 ay hafif hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiş olup, bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 17. Hukuk Dairesince 13.12.2001 gün ve 10755-10792 sayı ile;
Sanığın üzerine atılı suçun içerik ve niteliğine, 17 Ekim 2001 tarih ve 24556 mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 4709 sayılı Kanunun 15. maddesi ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 38. maddesine eklenen son fıkra uyarınca Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz hükmü ile yapılan bu düzenlemenin sanığın lehinde bulunması ve TCK.nun 2/2. maddesi de gözetilerek sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu bulunduğu gerekçesiyle diğer yönleri incelenmeksizin bozulmuştur.
Yargıtay C. Başsavcılığı 02.01.2002 gün ve 153745 sayı ile;
2004 sayılı Yasanın 340 ıncı maddesinde öngörülen taahhüdü ihlal suçunda ihlal edilen sözleşme hukuku olmayıp, suç sözleşmeye aykırılıktan değil, yasayla öngörülen bir yükümlülükten kaynaklanmaktadır. Borcun ödettirilmesine matuf objektif bir sorumluluk hali söz konusu olmayıp, kusur sorumluluğu esas alındığından, Anayasanın 38 inci maddesinin sekizinci fıkrası kapsamında kalmamaktadır.
Diğer yandan 4709 sayılı Yasa ile getirilen düzenleme, genel bir kurala ilişkin olup, doğrudan uygulanabilir içerik ve nitelikte değildir. Bu nedenle Yüksek Dairece hüküm doğrudan uygulanabilir nitelikte kabul edilerek bozma kararı verilmesi de yerinde değildir gerekçeleriyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire bozma ilamının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
Karar: Sanığın taahhüdü ihlal suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda çözümlenmesi gereken hukuki sorun, Anayasanın 38 nci maddesine 4709 sayılı Yasa ile eklenen, Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz şeklindeki kuralın İcra İflas Yasasının 340 ıncı maddesinde düzenlenen ve yaptırımı özgürlüğü bağlayıcı ceza olan suç bakımından nazara alınıp alınamayacağı, diğer bir anlatımla ödeme taahhüdünün ihlal edilmesinin, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün yerine getirilememesi olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve 4709 sayılı Yasa ile getirilen düzenlemenin doğrudan uygulanabilir bir kural niteliğinde bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 22.01.2002 gün ve 294/1 sayılı kararında açıklandığı üzere;
Borçlunun ödeme şartını ihlali halinde ceza başlığını taşıyan İcra ve İflas Yasasının 340 ıncı maddesinde;
111 inci madde gereğince veya alacaklının muvafakati ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartının, borçlu tarafından makbul bir sebep olmaksızın ihlali, seçimlik hareketli suçlar olarak düzenlenmiş, yaptırımı ise özgürlüğü bağlayıcı ceza olarak öngörülmüştür.
İİY. nın 111 inci maddesine göre; borçlunun, yeterli miktarda malının haczedilmiş olması, satış talebinden önce borcunu muntazam taksitlerle ödemeyi taahhüt etmesi ve birinci taksiti derhal yatırması, her taksidin borcun dörtte bir miktarından aşağı olmaması, taksitlerin aydan aya olup sürenin üç ayı aşmaması halinde icra işlemi durur ve aynı Yasanın 106 ncı maddesinde belirtilen satış isteme süreleri işlemez. Bu maddeye göre kararlaştırılan ödeme taahhüdünde alacaklının onayına gerek bulunmayıp, borçlunun bu hakkı Yasadan kaynaklandığından, uygulamada yasal taksit hakkı olarak da adlandırılmaktadır. Belirtilen bu ödeme şartı, sözleşmeden değil Yasadan kaynaklandığından, borçlunun ödeme şartını ihlali halinde özgürlüğü bağlayıcı ceza ile cezalandırılması, Anayasanın 38 inci maddesine 4709 sayılı Yasa ile eklenen 9 uncu fıkradaki kurala aykırılık oluşturmaz.
İİY. nın 340 ıncı maddesindeki ikinci ödeme şartı ise; icra takibinin kesinleşmesinden sonra alacaklının muvafakatiyle icra dairesinde kararlaştırılan borcun taksitle ödenmesidir.
Bu koşuldaki ödeme ihlalinin suç oluşturabilmesi için, borçlu hakkında geçerli ve kesinleşen bir icra takibinin bulunması, borçlunun taahhüdünün alacaklı, vekili veya yasal temsilcisi tarafından kabul edilmesi, ödenecek toplam miktarın rakamsal olarak belirlenmesi, tarafların belirlenen bu miktar üzerinde icap ve kabulde bulunmaları, taahhüt esnasında, alacaklı veya vekili veya yasal temsilcisi hazır değil ise, alacaklının kabul keyfiyetinin ödeme tarihinden önce borçluya bir muhtıra ile bildirilmesi gerekmektedir. Sayılan koşullardan birinin bulunmaması halinde ödeme şartını makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun bu madde ile cezalandırılması olanağı bulunmamaktadır.
A.Tahir Öğütçü ve A. Çiftçioğlu Uygulamalı İcra ve İflas Kanunu isimli eserlerinin 1298. sayfasında Borçlunun taahhütte bulunması ve bu taahhüdün alacaklı tarafından kabul edilmesi bir akittir. Akit, iki tarafın karşılıklı ve birbirlerine uygun surette rızalarını beyan ettikleri takdirde tamam olur. (B.K. md. 1) Kabul için bir süre tayin ederek başka bir kimseye bir akdin yapılmasını teklif eden kimse, bu sürenin bitimine kadar icabından dönemez. Bu süre bitmeden evvel kabul haberi kendisine yetişmezse icabı ile bağlı kalmaz. (B.K. md. 3) Bu itibarla, borçlunun taksit talebinin, ilk taksit tarihinden evvel kabul keyfiyetinin borçluya bildirilmiş olması zorunludur. Aksi halde, borçlu icabı ile bağlı kalmadığından akit tamamlanmamış olur biçimindeki açıklamalarla bu ödeme şartının bir sözleşme olduğunu ifade etmişler, İİY. nın 111 inci maddesinin 3 üncü fıkrasında da bu ödeme koşulunun sözleşme olduğu ve bu sözleşmenin devamı süresince 106 ncı maddedeki sürelerin işlemeyeceği açıkça belirtilmiştir.
Borçlu ve alacaklı tarafından kararlaştırılan ödeme koşuluna ait tutanağın, ilgililer ve icra müdürü veya yardımcısı veya katibi tarafından imzalanması zorunluluğu bulunmakta ise de bu zorunluluk, İİY. nın 8 inci maddesi uyarınca tutanakların aleniyeti ve ispat kuvvetinden kaynaklanmaktadır. İmza, sözleşmenin değil tutanağın geçerlilik şartı olup, icra memurları bu taahhütte taraf olmadıklarından içeriğine müdahale edememekte, sözleşme sadece icranın tarafları arasında yapılmaktadır.
Maddede makbul bir sebep olmaksızın ödeme şartını ihlal eden borçlunun cezalandırılacağı öngörülmekte, postaya gününden önce verilen taksidin icra dosyasına gecikerek girmesi, hastalık, yangın, su baskını ve deprem gibi olağanüstü olaylar nedeniyle taahhüdün yerine getirilememesi gibi haller uygulamada haklı neden olarak kabul edilmekte, Anayasanın 38 inci maddesinin 9 uncu fıkrasında belirtilen yerine getirememe kavramı ise makbul sebebi de kapsayacak şekilde kendi ihmal ve kusuru olmaksızın, sadece sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüğünü istese bile yerine getirememeyi ifade etmekte ve hakime daha geniş bir araştırma yapma zorunluluğu yüklemektedir. Bu nedenle makbul sebep kavramının yerine getirememe kavramı ile aynı anlamı taşıdığının kabulüne olanak bulunmamaktadır.
Bu belirlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Borçlu-sanığın, hakkındaki icra takibi sırasında ödeme taahhüdünde bulunduğu, bu taahhüdün kabul edildiği anlaşılmaktadır.
İİY.nın 340 ıncı maddesi uyarınca alacaklının muvafakati ile kararlaştırılan ödeme şartının ise bir sözleşme olduğu yönünde herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Maddedeki makbul sebep kavramı, Anayasanın 38 inci maddesinin 9 uncu fıkrasındaki yerine getirememe kavramından daha dardır. Bu nedenle üst norm olan ve sanık lehine hükümler getiren bu yeni Anayasal düzenleme çerçevesinde, sanığın borcunu hangi nedenle veya nedenlerle yerine getiremediği araştırılarak, hukuki durumunun belirlenmesinde zorunluluk bulunduğundan Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyesi Kudret Yalçın Bal; Ceza Genel Kurulunun 29.01.2002 gün ve 295-14 sayılı kararında belirtmiş olduğu gerekçelerle; üç Kurul Üyesi de; Yargıtay C.Başsavcılığının itirazında ileri sürülen görüşlerin yerinde olduğu gerekçesiyle itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
Sonuç: Açıklanan nedenlerle, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının REDDİNE, dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 29.01.2002 gününde yasal oyçokluğu ile karar verildi. (¤¤)
Yargıtay 17. Hukuk Dairesi, 18.05.2005 tarihli, 2004/13956 E, 2005/5513 K. Sayılı kararı, “…….1- İcra tutanağında düzenlenen taksitlendirmenin 14.3.2003 günlü Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 4822 Sayılı Kanunun geçici 1. maddesi uyarınca yapıldığı, buna göre kredi kartı borçlusuna uygun koşullarla borcunu taksitlendirme hakkı verildiği, bu taksitlendirmeye uyulmamasının müeyyidesinin, kanunun tanıdığı düşük faiz oranıyla borcu taksitlendirme hakkından yoksun kalmak olduğunun anlaşılması karşısında, kanunun borçluya vermiş bulunduğu hakkın kullanılmasının taahhüdü ihlal sucunun düzenlendiği İİK.nun 340. maddesinde öngörülen müeyyide şartına bağlı olarak yapılması nedeniyle, taahhüdün hukuken geçersiz olduğu gözetilmeden yazılı biçimde hüküm kurulması”
Ceza Genel Kurulunun 2001/166-181 esas, 2001/200 karar sayılı ve 9.10.2001 günlü kararında da belirtildiği üzere, İcra tutanağında yapılan ödeme taahhüdünde borç miktarının tüm ferileriyle birlikte dökümlü olarak hesaplanıp, rakamsal olarak açıkça gösterilmemesi nedeniyle, taahhüdün hukuken geçerli olmadığı, böylece atılı sucun oluşmadığı gözetilmeden yazılı biçimde mahkumiyet kararı verilmesi”
Yüksek mahkeme, henüz ihtiyati haciz aşamasında iken, borçlu hakkında takip talebi ile icra takibi başlamadan borçlu hakkında takip talebi ile icra takibi başlamadan önce, borçlunun icra dairesinde yaptığı taahhütleri geçersiz saymaktadır. Bu görüş yasal dayanaktan yoksun olsa değilse de pratik ihtiyaçları karşılamadığı bir gerçektir. İhtiyati haciz aşamasında yapılan taahhüt fiilen başlamamış olan icra takibi sırasında yapılmıştır. Borçlunun bu taahhüdünü iyi niyet göstererek kabul eden ve hacizli malları muhafaza altına almaktan vazgeçen alacaklı, daha sonra, borçlunun taahhüdünü yerine getirmemesi (ve borçlunun hacizli malları kaçırması) sonucunda gösterdiği iyi niyetin faturasını çok pahalı ödemektedir. İhtiyati haciz sırasındaki taahhütlerin geçersiz olduğunu bilen alacaklılar da borçlulara karşı set davranmakta ve haciz ettirdikleri malları muhafaza altına alarak, taahhüdüne uymak düşüncesinde olan iyi niyetli borçluları da zor durumda bırakmaktadır. Belirttiğimiz bu nedenlerle, biz ihtiyati haciz aşamasında alınan taahhütlerin genişletici yorumla geçerli sayılmasının, daha doğru, pratik ihtiyaçlara, yasa yapıcının amacına daha uygun olacağı görüşündeyiz…” Uyar, İcra ve İflas Hukukunda Suç Sayılan Fiiller(İcra- İflas Suçları), s. 235- 236.
Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, 21.02.2011 tarihli, 2010/21262 E, 2011/1181 K. Sayılı kararı, “…..İİK’nun 38.maddesi gereğince icra dairesindeki, kefaletler ilamların icrası hakkındaki hükümlere tabidir. Üçüncü kişilerin icra dairesi önünde takip borçlusunun borcuna kısmen veya tamamen kefil olması, diğer bir ifade ile borçlunun borcun ödenmesini kısmen veya tamamen üstlenmesi halinde icra kefaleti doğar. Kefaletin geçerli olabilmesi için, kefilin beyanının icra tutanağına geçirilmesi ve tutanağın altının imzalanması gerekir (İİK.m.8). Ayrıca kefilin kefil olduğu miktarın belirli olması (borcun tamamı veya kefalet kısmi ise kısmen kefil olunan miktar) ve kefaletin herhangi bir koşula bağlı olmaması gerekir. Maddede de açıkça belirtildiği gibi buradaki kefalet müteselsil kefalettir……”, Meşe Yazılım İçtihat ve Mevzuat Bankası, E.T. 08.11.2012; İcra kefaleti, müteselsil kefalet hükmünde olduğundan alacaklı, borçluya karşı başlattığı takibi sonuçlandırmak zorunda olmadığından icra kefiline karşı, ilam mahiyetindeki icra kefaletine dayanarak ayrı bir ilamlı takip yapabileceği gibi, icra kefaletinin verildiği asıl takip dosyasından icra kefiline kefil olduğu miktar için bir icra emri gönderilmesini de icra dairesinden isteyebilir, Muşul, 2. Cilt, s. 935.
Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 05.04.1994 tarihli 3061 E, 3439 K sayılı kararına göre, icra kefili her ne kadar lehine kanunen tanınan sürelerden feragat edebiliyor ise de kendisinin takibin borçlusu kılan icra emrinin tebliğine ilişkin yasal süreçten feragat edemez, feragat ettiyse de bu feragat geçerli olmadığından, bu feragati içeren ödeme taahhüdü de geçerli olmayacaktır.
Alacaklının borçlunun taahhüdüne yönelik olarak ‘bir diyeceği olmadığını’ ifade etmesi açık ve kesin nitelikte olmayıp, taksitlendirme sözleşmesinin kabul beyanı niteliğini haiz değildir, Yargıtay 8. Ceza Dairesi, 17.03.1987 tarihli, 695 E, 2402 K, tarihli karar
Yargıtay bir kararında, borçlunun talebi üzerine icra dairesince tutulan tutanakta icra müdürünün isim, sicil numarası ve imzasının aynı anda bulunması gerektiği, bu unsurlardan birinin bulunmaması durumunda taahhütnamenin geçerli olmayacağı hususunu vurgulamıştır, Yargıtay 16. Hukuk Dairesi, 25.05.2010 tarihli, 2010/3476 E, 2010/3845 K sayılı kararı
2004 sayılı Kanun'un 340. maddesi gereğince taahhüdü ihlâl suçunun oluşması için taahhüt tutanağında toplam borç miktarının, işleyen ve işleyecek faizin, vekalet ücreti, icra harç ve giderlerinin birlikte belirlenerek borçlunun taahhüdüne esas olan miktarın açıkça gösterilmesi gerektiği halde, İstanbul ... 22. İcra Müdürlüğünün 2018/39344 sayılı dosyasının incelenmesinde, 15.03.2021 tarihli taahhüt tutanağında belirtilen unsurların ayrıntılı olarak gösterilmediği, anılan taahhütte takip sonrası faiz olarak 26.686,44 Türk Lirası belirtilmiş ise de, bahse konu faizin icra takibinin kesinleştiği tarihten taahhüt tarihine kadar işlemiş ve taahhüt tarihinden son ödeme tarihine kadar işleyecek faiz olup olmadığı konusunda herhangi bir açıklık olmadığı gibi, alacaklının son ödeme tarihine kadar işleyecek faizden feragat beyanının da yer almadığı anlaşılmakla, taahhüdün geçerli olmaması karşısında, suçun unsurlarının oluşmadığı, dolayısıyla sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeksizin, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir. Yargıtay 12. HD. 2024/418 E. 2024/918 K.
Taahhüt konusu borcun, sanığın imza sirküleri uyarınca yetkili temsilcisi olduğu N..E..Mutfak E..ve İ.. Sanayi Ticaret Limited Şirketine ait olduğu, ödeme emrinin adı geçen şirket hakkında düzenlendiği, ödeme taahhüdünü ihlal suçunda taahhütte bulunan kişinin bizatihi borçlu sıfatını haiz olması gerektiği, üçüncü bir şahsın taahhütte bulunması için borcu icra kefaleti ile yüklenmesi gerektiği, somut olayda sadece şirketi borçlandırıcı işlem yapma ve temsil yetkisi bulunan sanığın taahhüde konu şirket borcundan dolayı kişisel sorumluluğu bulunmadığı cihetle, atılı suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, itirazın kabulü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir. Yargıtay 12. HD. 2024/583 E. 2024/914 K.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU 2017/1121 E. 2020/519 K.
Uyuşmazlık; borçlunun ödeme şartını ihlal eylemi nedeniyle 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 340. maddesi uyarınca hakkında üç aya kadar tazyik hapsine karar verilen ve bu kararın infazı sırasında 26.12.2015 tarihinde Mersin Açık Ceza İnfaz Kurumundan firar eden sanığa atılı hükümlü veya tutuklunun kaçması suçunun yasal unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 8. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 58-574
Hükümlü veya tutuklunun kaçması suçundan sanık ...'ın TCK’nın 292/1, 293/1, 53 ve 58. maddeleri uyarınca 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin Mersin 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 07.06.2016 tarihli ve 58-574 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 19.06.2017 tarih ve 9210-7691 sayı ile;
"Hükümlü veya tutuklunun kaçması suçunun oluşabilmesi için, hakkında tutuklama veya kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunan kişinin, tutukevinden, ceza infaz kurumundan ya da gözetimi altında bulunduğu görevlilerin elinden kaçması gerektiği; somut olayda, sanık ... hakkında, Adana 1. İcra Ceza Mahkemesince 3 aya kadar tazyik hapsi cezası verildiği ve tazyik hapsi cezasını infaz etmekte olan sanığın infaz kurumundan firar etmesi şeklinde gerçekleşen eylemi nedeni ile TCK'nın 292/1. maddesinde düzenlenen suçun yasal unsurlarının oluşmayacağı" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 14.07.2017 tarih ve 279421 sayı ile;
"Hükümlü veya tutuklunun kaçması suçu; TCK'nın 292. maddesinde düzenlenmiş olup hükümlü veya tutuklu sıfatını taşıyan kişinin, tutukevinden, ceza infaz kurumundan veya gözetimi altında bulunduğu görevlilerin elinden kaçması hâlinde cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır.
TCK’da cürüm-kabahat ayrımına son verilmesi üzerine, bu sistem ve yaptırım değişikliğinin zorunlu sonucu olarak, özel kanunlardaki yaptırım sisteminin de 5237 sayılı Kanun'a uyarlanması amacıyla 5252 sayılı Kanun'un 7. maddesi ile kanunlarda, yaptırımı hafif hapis ve hafif para cezası olarak öngörülen eylemler ve buna bağlı olarak İcra ve İflas Kanunu'nda yaptırımı hafif hapis olarak öngörülen eylemler idari para cezasını gerektiren kabahatlere dönüştürülmüştür.
Ancak, bu genel uyarlama hükmünün yetersiz olduğunu gören kanun koyucu, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5358 sayılı Kanun ile İcra ve İflas Kanunu'nun 16. babı kapsamındaki fiilleri ikili bir ayrıma tâbi tutarak, bir kısım eylemleri suç olarak düzenleyip, hapis ve adlî para cezası şeklinde yaptırıma bağlamış, diğer bir kısım eylemleri ise, kabahat olarak düzenlemek suretiyle, yaptırımlarını disiplin veya tazyik hapsi şeklinde belirlemiştir. Bir kısım suçların resen takibi öngörülmüş, diğer bir kısım suçların takibi ise şikâyet şartına bağlanmıştır.
Sanığın tazyik hapsi ile cezalandırıldığı İİK'nın 340. maddesi de takibi şikâyete bağlı ve kabahat nevinden tazyik hapsi gerektiren bir eylemdir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra borçlu borcun tamamını veya o tarihe kadar icra veznesine yatırmak zorunda olduğu meblağı öderse tahliye edilir. Tazyik hapsine İcra Ceza Mahkemesi tarafından hükmedilir. Tazyik hapsine ilişkin kararlara karşı başvurulacak kanun yolu İİK'nın 353. maddesi gereğince itiraz kanun yoludur. Tazyik hapsinin infazı 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve bu Kanun'a dayanılarak çıkarılan Tüzük'e göre yapılmaktadır. Tazyik hapsi cezaları adli sicile kaydedilmez, tekerrüre esas alınamaz ve bu cezalar hakkında şartlı tahliye hükümleri uygulanmaz. Tazyik hapsinin infazı açık ceza infaz kurumlarında yapılır.
Buna göre;
İcra Ceza Mahkemeleri tarafından yargısal bir faaliyet sonucu hükmedilen, infazı 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve bu Kanun'a dayanılarak çıkarılan Tüzük'e göre yapılan tazyik hapisinin muhatabı olan sanığın, bu hapsin infazı müddetince 'hükümlü' sıfatını taşıdığı kabul edilerek, infazın yapıldığı açık ceza infaz kurumundan kaçması şeklinde gerçekleşen eyleminde, 'hükümlü veya tutuklunun kaçması' suçunun yasal unsurlarının bulunduğu" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesince, 31.10.2017 tarih ve 17558-12159 sayı ile itiraz nedeni yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; borçlunun ödeme şartını ihlal eylemi nedeniyle 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 340. maddesi uyarınca hakkında üç aya kadar tazyik hapsine karar verilen ve bu kararın infazı sırasında 26.12.2015 tarihinde Mersin Açık Ceza İnfaz Kurumundan firar eden sanığa atılı hükümlü veya tutuklunun kaçması suçunun yasal unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Borçlunun ödeme şartını ihlal eylemi nedeniyle Adana 1. İcra Ceza Mahkemesince 08.10.2015 tarih ve 56-566 sayı ile sanığın 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 340. maddesi uyarınca üç aya kadar tazyik hapsine karar verildiği, bu kararın itiraz edilmeksizin 10.12.2015 tarihinde kesinleştiği,
Mersin Cumhuriyet Başsavcığınca sanık hakkında düzenlenen 25.12.2015 tarihli müddetnameye göre; sanık ...’ın Adana 1. İcra Ceza Mahkemesince 08.10.2015 tarih ve 56-566 sayı ile verilen kararın infazına ilişkin olarak 25.12.2015 tarihinde cezaevine girdiği,
İnfaz Koruma Memurları tarafından düzenlenen 26.12.2015 tarihli tutanakta; Mersin Açık Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan sanık ...’ın 26.12.2015 tarihinde saat 19.25'te personel araçlarının çıkışı sırasında nizamiye kapısından firar ettiğinin belirtildiği,
Anlaşılmaktadır.
Soruşturma aşamasında ifadesi alınamayan sanık ... Mahkemede; Mersin Açık Cezaevinde hükümlü olduğu sırada firar ettiğini, yüz yirmi gün kadar dışarıda kaldığını, daha sonra teslim olduğunu savunmuştur.
Uyuşmazlığın isabetli bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi için öncelikle 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nda suç veya kabahat teşkil eden eylemlere ve bu eylemler için öngörülen yaptırımlara, tazyik hapsi kararı verebilecek olan mahkemeye ve bu karara yönelik başvurulacak kanun yoluna değinilmesi, "Disiplin hapsi" ve "Tazyik hapsi" kavramlarının açıklanması ile İİK'nın "Borçlunun ödeme şartını ihlali halinde ceza" başlıklı 340. maddesinde düzenlenen eylemin niteliğinin belirlenmesi gerekmektedir.
765 sayılı TCK’dan farklı olarak 5237 sayılı TCK’da cürüm-kabahat ayrımı ve buna bağlı olarak da yaptırım sisteminde yer alan ağır hapis-hafif hapis ayrımına son verilmesi üzerine, Kanun’da kabahat olarak öngörülen bir kısım eylemler 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ile idari yaptırımı gerektiren eylemler olarak düzenlenmiş, bir kısım eylemler ise suç hâline getirilmiştir. Bu sistem ve yaptırım değişikliğinin zorunlu sonucu olarak, özel kanunlardaki yaptırım sisteminin de 5237 sayılı Kanun’a uyarlanması amacıyla 13.11.2004 tarihli ve 25642 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun’un 7. maddesi ile kanunlarda, yaptırımı hafif hapis ve hafif para cezası olarak öngörülen eylemler ve buna bağlı olarak, İcra ve İflas Kanunu’nda, yaptırımı hafif hapis olarak öngörülen eylemler idari para cezası gerektiren kabahatlere dönüştürülmüştür.
Ancak bu genel uyarlama hükmünün yetersiz olduğunu gören kanun koyucu, 01.06.2005 tarihli ve 25832 sayılı mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren, 31.05.2005 tarihli ve 5358 sayılı Kanun ile İcra ve İflas Kanunu’nda yer alan eylemler ve yaptırımları yeniden düzenlemiş, bu kapsamda bir aydan üç aya kadar hafif hapis cezasını gerektiren İcra ve İflas Kanunu’nun "Borçlunun ödeme şartını ihlali halinde ceza" başlıklı 340. maddesi de; "111 inci madde mucibince veya alacaklının muvafakati ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartını, makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun, alacaklının şikâyeti üzerine, üç aya kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra borçlu borcun tamamını veya o tarihe kadar icra veznesine yatırmak zorunda olduğu meblağı öderse tahliye edilir; ödemelerini tekrar keserse, hakkında tazyik hapsine yeniden karar verilir. Ancak, bir borçtan dolayı tazyik hapsinin süresi üç ayı geçemez." şeklinde değiştirilmiş, bu madde ile birlikte ayrıca 338/2, 339, 341, 343 ve 344. maddelerdeki eylemler de kabahat olarak düzenlenip, disiplin hapsi veya tazyik hapsi şeklinde; 331, 332, 333, 333/a, 334, 335, 336, 337/a, 338/1, 342, 345/a ve 345/b. maddelerindeki eylemler ise suç olarak düzenlenip, hapis cezası veya adli para cezası biçiminde yaptırımlara bağlanmıştır.
Anılan Kanun’un 5358 sayılı Kanun ile değişik 346. maddesi;
"Bu Kanun hükümlerine göre disiplin veya tazyik hapsine icra mahkemesi karar verir.
İcra mahkemesinin görevine giren bu işler, diğer mahkemelerde görülen ceza davaları ile birleştirilemez.
Bu Bapta yer alan suçlarla ilgili davalara, icra mahkemesinde bakılır." şeklinde düzenlenmiştir.
"İtiraz" başlıklı 353. maddesi ise;
"İcra mahkemesinin bu Bap hükümlerine göre verdiği tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı, tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde, yargı çevresinde bulunduğu ağır ceza mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz üzerine verilen karar kesindir.
İcra mahkemesinin bu Bapta yer alan suçlardan dolayı verdiği hükümlerle ilgili olarak 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri uygulanır." şeklinde hüküm altına alınmış iken anılan maddenin birinci fıkrası 14.04.2011 tarihli ve 27905 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6217 sayılı Kanun’un 5. maddesi ile; "İcra mahkemesinin verdiği tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı, tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde itiraz edilebilir. Mahkeme itirazı incelemesi için dosyayı o yerde icra mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde icra mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde asliye ceza mahkemesine, icra mahkemesi hâkimi ile asliye ceza mahkemesi hâkiminin aynı hâkim olması hâlinde ise en yakın asliye ceza mahkemesine gönderir. İtiraz incelemesi neticesinde verilen karar kesindir." şeklinde yeniden düzenlenmiş ve madde son hâlini almıştır. Görüldüğü gibi kabahat niteliğinde olduğu kabul edilip disiplin veya tazyik hapsi şeklinde yaptırımlar öngörülen eylemler nedeniyle icra mahkemeleri tarafından verilen kararlar itiraz yasa yoluna tabi kılınmıştır.
Öte yandan 17.12.2004 tarihli ve 25673 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 2. maddesinde disiplin hapsinin tanımı; "Kısmî bir düzeni korumak amacıyla yaptırım altına alınmış olan fiil dolayısıyla verilen, seçenek yaptırımlara çevrilemeyen, önödeme uygulanamayan, tekerrüre esas olmayan, şartla salıverilme hükümleri uygulanamayan, ertelenemeyen ve adlî sicil kayıtlarına geçirilmeyen hapsi ifade eder." şeklinde yapılmış olup disiplin hapsi için yapılan bu tanım, hapsen tazyik yaptırımını da kapsar niteliktedir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 14.11.2006 tarihli ve 220-231 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Öğretide de tazyik hapsinin niteliği; "Kişinin yükümlülüğe aykırı davranmamak konusunda mecburiyeti bulunmamaktadır. Ancak, kişi bazı durumlarda bir yükümlülüğe uygun davranmaya belli ölçüde icbar edilebilmektedir. Başka bir deyişle, kişi, bazı durumlarda yükümlülüklerinin gereğini yerine getirmesini sağlamak için, belli ölçüde icbar edilebilmekte ve bu amaçla bir süreye kadar hürriyetinden yoksun bırakılabilmektedir. Bu hürriyetten yoksun bırakma olgusu, bir disiplin hapsi niteliği taşımaktadır. Ancak, yükümlülüğün yerine getirilmesi hâlinde, bu yaptırımın uygulanmasına derhal son verilmektedir. Bu bakımdan söz konusu disiplin hapsine ilişkin olarak kanunda sadece azami bir süre belirlenmektedir. Kişi kendisine terettüp eden yükümlülüğün gereğini yerine getirmeye zorlanmak amacıyla ancak belli bir süreye kadar hürriyetinden yoksun bırakılabilecektir. Bu sürenin dolması hâlinde; kişi, yükümlülüğün gereğini yerine getirmemiş olsa bile, hürriyetinden yoksun bırakılmasına ilişkin yaptırım uygulamasına son verilerek, serbest bırakılacaktır. Bu nedenle, söz konusu disiplin hapsine, Kanun’da tazyik hapsi veya zorlama hapsi denmiştir." (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Hukuk, 15. Bası, Ankara, 2019, s. 812-813.) şeklinde açıklanmıştır.
Bu aşamada "Hükümlü veya tutuklunun kaçması" suçuna ilişkin 765 sayılı Kanun’da yer alan düzenlemeler ile 5237 sayılı TCK’nın 292. maddesinin kanunlaşma sürecine değinilmesinde fayda bulunmaktadır.
765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 298. maddesi;
"Bir kimse bir suçtan dolayı kanun dairesinde tutuklandıktan sonra kaçarsa iki aydan altı aya kadar hapsolunur.
Bu suç şahıslara karşı şiddet veya tehdit kullanarak veyahut kapı veya pencere kırarak veya duvar delerek veya kaçmaya mani olacak vasıtaları bozarak işlenmiş olursa ceza bir yıldan üç yıla kadar hapistir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen şekillerdeki kaçma eyleminin birden ziyade kimseler tarafından bir arada işlenmesi ya da tehdit veya şiddet kullanmanın bir kişi tarafından olsa bile silahla yapılması hallerinde ceza dört yıldan sekiz yıla kadar ağır hapistir.",
maddesi ise;
"Bir kimse bir suçtan dolayı kanun dairesinde hapsedildikten sonra kaçarsa aşağıda yazılı şekillerde ceza görür:
Müebbet ağır hapis hükümlüsü ise cezasının bir yılı geceli gündüzlü bir hücrede yalnız başına bırakılmak suretiyle çektirilir.
Muvakkat şahsi hürriyeti bağlayıcı bir ceza hükümlüsü ise geri kalan müddetlerine bu müddetlerin altıda birden üçte birine eşit bir müddet zammedilir. Ancak zammedilecek bu müddetler dört aydan eksik ve iki yıldan fazla olamaz.
Bu suç, şahıslara karşı şiddet veya tehdit kullanarak veyahut kapı ve pencere kırarak veya duvar delerek veya kaçmaya mani olacak vasıtaları bozarak işlenmiş olursa birinci bentte yazılı hücre müddeti bir yıl altı ay, ikinci bentte yazılı nispet üçte birden yarıya kadar olarak tatbik olunur. Ancak zammedilecek bu müddetler bir yıldan eksik, dört yıldan fazla olamaz.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen şekillerdeki kaçma eyleminin birden ziyade kimseler tarafından bir arada işlenmesi ya da tehdit veya şiddet kullanmanın bir kişi tarafından olsa bile silahla yapılması hallerinde birinci bentte yazılı hücre müddeti iki yıl, ikinci bentte yazılı nisbet yarıdan üçte ikiye kadar olarak tatbik olunur. Ancak zammedilecek bu müddetler beş yıldan eksik, sekiz yıldan fazla olamaz.
Bu maddede yazılı hükümler cezaevi dışında çalıştırılan hükümlüler hakkında da tatbik olunur." şeklinde hüküm altına alınarak hükümlü veya tutuklunun kaçması suçu iki ayrı maddede düzenlenmiştir.
765 sayılı Türk Ceza Kanunu’ndaki düzenlemelere paralel olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na yönelik olarak yapılan çalışmalar sırasında Meclis Adalet Komisyonu tarafından kabul edilen Türk Ceza Kanunu Tasarısı'nın "Gözaltına alınanın veya tutuklunun kaçması" başlıklı 292. maddesi;
"(1) Bir suçtan dolayı gözaltına alındıktan veya tutuklandıktan sonra kaçan kimseye altı aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Bu suçun, cebir veya tehdit kullanılarak işlenmesi hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Bu suçun, silâhlı olarak ya da gözaltına alınan veya tutuklu bulunan birden çok kimse tarafından birlikte işlenmesi hâlinde, yukandaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.
(4) Bu suçun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin veya kasten öldürme suçunun gerçekleşmesi ya da eşyaya zarar verilmesi durumunda, aynca bu suçlara ilişkin hükümlere göre cezaya hükmolunur." şeklinde düzenip gerekçesi; "Madde, kanun dairesinde gözaltına alındıktan veya tutuklandıktan sonra kaçan kimseleri cezalandırmaktadır. Kanunen gözaltına alındıktan sonra kaçan kimseler de maddenin kapsamına alınmış, böylece, örneğin, karakol nezarethanesinden kaçan kimse hakkında da maddenin uygulanması sağlanmıştır.
Maddenin ikinci fıkrasında, suçun kişilere karşı cebir veya tehdit kullanılarak işlenmesi, daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren bir neden olarak kabul edilmiştir.
Üçüncü fıkrada ise, bu suçun silâhlı olarak ya da gözaltına alınan veya tutuklu bulunan birden çok kimse tarafından birlikte işlenmesi, bir ve ikinci fıkralara göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren bir neden olarak kabul edilmiştir.
Dördüncü fıkraya göre; kaçma suçunun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin veya kasten öldürme suçunun gerçekleşmesi ya da eşyaya zarar verilmesi durumunda, ayrıca bu suçlara ilişkin hükümlere göre cezaya hükmolunacaktır." şeklinde açıklanmış,
"Hükümlünün kaçması" başlıklı 293. maddesi ise;
"(1) Bir suçtan dolayı mahkûm olduğu hapis cezasının infazına başlandıktan veya bu maksatla yakalandıktan sonra kaçan hükümlü, aşağıdaki şekilde cezalandınlır:
a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis veya müebbet hapis hükümlüsü ise, cezasının bir yılı bir hücrede yalnız başına bırakılmak suretiyle çektirilir ve hakkında sıkı güvenlik rejimi uygulanır.
b) Süreli hapis cezası hükümlüsü ise, infaz edilecek olan hapis cezası altıda biri oranında artırılır. Ancak, bu durumda artırma altı aydan az ve iki yıldan fazla olamaz.
(2) Bu suçun, cebir veya tehdit kullanılarak işlenmesi hâlinde, birinci fıkranın (a) bendinde yazılı hücre süresi bir yıl altı aydır. Hükümlü hakkında aynca sıkı güvenlik rejimi uygulanır. Aynı fıkranın (b) bendinde yazılı oran üçte bir olarak uygulanır. Ancak, bu durumda artırma iki yıldan az dört yıldan fazla olamaz.
(3) Bu suçun, silâhlı olarak ya da birden çok hükümlü tarafından birlikte işlenmesi hâlinde, yukandaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artınlır.
(4) Bu suçun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin veya kasten öldürme suçunun gerçekleşmesi ya da eşyaya zarar verilmesi durumunda, aynca bu suçlara ilişkin hükümlere göre cezaya hükmolunur.
(5) Bu maddede yazılı hükümler, ceza infaz kurumu dışında çalıştırılan hükümlüler ile hapis cezası adli para cezasından çevrilmiş olanlar hakkında da uygulanır.
(6) Kısa süreli hapis cezasının özel infaz şekillerinin gereklerine uymayan hükümlü hakkında bir aydan iki aya kadar hapis cezasına hükmolunur; geriye kalan ceza da ayrıca çektirilir." şeklinde hüküm altına alınarak madde gerekçesi; "Madde metninde, bir suçtan dolayı mahkûm olduğu hapis cezasının infazına başlandıktan veya bu maksatla yakalandıktan sonra kaçan hükümlünün ne suretle cezalandırılacağı belirlenmiştir.
Bu maddeye göre, hükümlünün hapis cezasının infazı sürecinde veya infazı amacıyla yakalandıktan sonra kaçması, suç oluşturmaktadır. Böylece, yakalandıktan sonra ceza infaz kurumuna konulmak üzere götürülürken kaçan hükümlü de aynı yaptırımlara tâbi tutulacaktır.
Birinci fıkranın bentlerinde, kaçan hükümlü hakkında cezanın ne suretle tertip edileceği gösterilmiştir.
İkinci ve üçüncü fıkralarda ise, bu suçun daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren nitelikli unsurları belirlenmiştir. Bu unsurlara ilişkin açıklama için yukarıdaki maddenin gerekçesine bakılmalıdır.
Dördüncü fıkra hükmüne ilişkin açıklama için de, yukarıdaki maddenin gerekçesine bakılmalıdır.
Beşinci fıkrada, bu madde hükümlerinin, ceza infaz kurumlan dışında çalıştırılırken kaçan hükümlüler ile, adli para cezasının infazına ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması dolayısıyla çevrilen hapis cezasının infazı sürecinde kaçan hükümlüler hakkında da uygulanacağı açıklanmıştır. Aslında bu hüküm, uygulamadaki duraksamaları gidermek amacıyla madde metnine konulmuştur.
Maddenin son fıkrasında, kısa süreli hapis cezasının özel infaz şekillerinin gereklerine uymayan hükümlü hakkında, ayrıca hükmolunacak ceza gösterilmiştir." şeklinde belirtilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında "Gözaltına alınanın veya tutuklunun kaçması" başlıklı 292. madde ile "Hükümlünün kaçması" başlıklı 293. maddenin "Hükümlü veya tutuklunun kaçması" başlığı altında 292. madde olarak;
"(1) Tutukevinden, ceza infaz kurumundan veya gözetimi altında bulunduğu görevlilerin elinden kaçan tutuklu veya hükümlü hakkında altı aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(2) Bu suçun, cebir veya tehdit kullanılarak işlenmesi hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Bu suçun, silâhlı olarak ya da birden çok tutuklu veya hükümlü tarafından birlikte işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir katına kadar artırılır.
(4) Bu suçun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin veya kasten öldürme suçunun gerçekleşmesi ya da eşyaya zarar verilmesi durumunda, ayrıca bu suçlara ilişkin hükümlere göre cezaya hükmolunur.
(5) Bu maddede yazılı hükümler, ceza infaz kurumu dışında çalıştırılan hükümlüler ile hapis cezası adlî para cezasından çevrilmiş olanlar hakkında da uygulanır.
(6) Kısa süreli hapis cezasının özel infaz şekillerinin gereklerine uymayan hükümlü hakkında bir aydan iki aya kadar hapis cezasına hükmolunur; geriye kalan ceza da ayrıca çektirilir." şeklinde birleştirilip değiştirilmesine ilişkin önerge verilmiş ve gerekçesi de;
"Tasarının Adalet Komisyonunda kabul edilen metninin ‘Hükümlünün kaçması’ başlıklı 293 üncü maddesine göre, hükümlünün mahkûm olduğu hapis cezasının bir kısmını hücrede çekmesi gerekmektedir. Bu hücre süresi, hükümlünün bir yıl altı aya kadar yalnız başına bırakılmasını gerektirmektedir. Hatta, bu süre, söz konusu suçun nitelikli hallerinde, maddenin üçüncü fıkrasına göre bir kat artırılacaktır. Böylece kişi, üç yıl süreyle yalnız başına bir hücrede bırakılabilecektir.
Bu şekildeki bir düzenleme, insan onuruyla ve cezalandırmakla güdülen amaçla bağdaşmamaktadır. Üç yıl süreyle yalnız başına bırakılan bir kişinin yeniden topluma kazandırılması imkânından söz etmek, hayalden başka bir şey değildir.
Aslında bu düzenlemeyle, kişinin belli bir süre yalnız başına hücrede kalmaya mahkûm edilmesi şeklinde ayrı bir hürriyeti bağlayıcı ceza türü ihdas edilmiş olmaktadır. Bu bakımdan, söz konusu düzenleme biçimi, tasarının ‘Genel Hükümler Kitabında’ kabul edilmiş olan yaptırım türleriyle de bağdaşmamaktadır.
Ayrıca, tasarının ‘Gözaltına alınanın veya tutuklunun kaçması’ başlıklı 292 nci maddesine göre, hakkında verilmiş bir tutuklama veya mahkûmiyet kararı olmamasına rağmen, güvenlik görevlileri tarafından yakalanarak gözaltına alınan bir kişinin kaçması halinde, bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılabilecektir. Hatta, kaçma olgusunun, güvenlik görevlilerine karşı herhangi bir şekilde şiddet kullanmamalarına rağmen, örneğin iki kişi tarafından gerçekleşmesi hâlinde, ceza bir kat artırılacaktır. Yani, bu kişiler, sadece güvenlik görevlilerinin elinden kaçtığı için iki yıl hapis cezasıyla cezalandırılabileceklerdir. Böylece örneğin, izinsiz yapılan gösteri yürüyüşüne katıldığı için güvenlik görevlileri tarafından yakalanarak gözaltına alınan birden fazla kişi, güvenlik görevlilerinin dalgınlığından yararlanarak kaçmaları hâlinde, iki yıl süreyle hapis cezasıyla cezalandırılabilecektir. Bu bakımdan, söz konusu madde, ölçüsüz bir cezalandırmaya imkân sağlayan bir hüküm niteliği taşımaktadır." şeklinde açıklanmıştır. Bahse konu önergenin Genel Kurulca da kabul edilmesi üzerine 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap, Dördüncü Kısımının, "Adliyeye Karşı Suçlar" başlıklı İkinci Bölümde yer alan "Hükümlü veya tutuklunun kaçması" başlıklı 292. maddesi 12.10.2004 tarihli ve 25611 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmış ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anılan maddenin altıncı fıkrasının 08.07.2005 tarihli ve 25869 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 5377 sayılı Kanun’un 33. maddesi ile yürürlükten kaldırılması üzerine de madde son hâlini almıştır. Görüldüğü üzere gerek 765 sayılı TCK’nın 299. maddesinde gerekse Meclis Adalet Komisyonu tarafından kabul edilen Türk Ceza Kanunu Tasarısı’nın 293. maddesinde "Hükümlünün kaçması" suçunun yasal unsuru olarak gösterilen "Bir suçtan dolayı" ibaresi Meclis Genel Kurulu’na verilen değişiklik önergesi üzerine madde metninden çıkartılmıştır.
Hükümlünün veya tutuklunun kaçması suçunda korunan hukuki yarara ilişkin olarak öğretide de; "Bu suç ile, bir suç dolayısıyla koruma tedbiri niteliğinde tutuklanan veya mahkûmiyet kararı infaz edilen kişinin kaçmasını önlenmek ve dolayısıyla adil yargılanma hakkı ile yargılama ve infaza ilişkin adliyeye dair çıkarlar korunmak istenilmiştir." (Osman Yaşar - Hasan Tahsin Gökcan - Mustafa Artuç, Yorumlu - Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s. 8541.), "Fiilin suç olarak kabulüyle korunan hukuki menfaat, genel manada devlet otoritesinin özel olarak ise adliyenin korunmasıdır." (Çetin Arslan – Bahattin Azizağaoğlu, Yeni Türk Ceza Kanunu Şerhi, Ankara, 2004, 1. Baskı, s. 1185.) şeklinde görüşler ileri sürüldüğü gibi Anayasa Mahkemesinin 27.12.2018 tarihli ve 153-119 sayılı kararında da anılan suçun öngördüğü ceza yaptırımının "...devletin adli yargı fonksiyonlarını, cezaların infazı ile ulaşılmak istenen amaçlar çerçevesinde yerine getirebilmesini, ceza infaz sisteminin etkin bir biçimde işlemesini, suçların ve suçluların takibinin temin edilmesini sağlamayı amaçladığı" belirtilmiştir. Bu anlamda kanun koyucunun anılan suçu düzenlemesindeki amacının devletin adli yargı fonksiyonlarını yerine getirebilmesinin ve bu bağlamda ceza infaz sisteminin etkin bir biçimde işlemesinin sağlanması olduğu anlaşılmaktadır.
Suçun temel şeklinin açıklandığı maddenin birinci fıkrası uyarınca, cezasını infaz etmekte bulunan hükümlünün ya da hakkında tutuklama kararı verilmiş olan tutuklunun tutukevinden, ceza infaz kurumundan ya da gözetimi altında bulunduğu görevlilerin elinden kaçması ile suç oluşacak ve sanık hakkında altı aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmedilecektir. Suçun hareket öğesini oluşturan kaçma, bulunduğu kurumun sınırlarını terk etmek ya da gözetimi altında bulunduğu görevlinin fiili egemenlik alanından kurtulmak anlamına gelmekte olup bu durum görevlilerce tutulan tutanak ve resmi kurum yazıları ile ispat edilebilecektir.
Hükümlü veya tutuklunun kaçması suçu faili bakımından özgü bir suç olup fiil anında kişinin tutuklu veya hükümlü statüsünde olması gerekmektedir. Tutuklama CMK’nın 100 vd. maddeleri gereğince uygulanan bir koruma tedbiridir. Tutuklama kararı ister soruşturma evresinde sulh ceza hâkimi tarafından isterse kovuşturma evresinde mahkeme tarafından verilmiş olsun infazı için kesinleşmesi veya bu karara karşı kanun yolu süresinin geçmesi ya da kanun yoluna başvurulması gerekmeksizin tutuklanan kişiyi bu statüye sokar (Yener Ünver, TCK’da Düzenlenen Adliyeye Karşı Suçlar, Seçkin Hukuk, Ankara, 2019, 5. Baskı, s. 596.). Anılan suçun madde metninde yer alan "Hükümlü" deyiminden ne anlaşılması gerektiği ise gerek TCK’nın "Tanımlar" başlıklı 6. maddesinde gerekse bahse konu suça ilişkin gerekçede belirtilmemiştir. Bu anlamda TCK’nın 292. maddesinde belirtilen "Hükümlü" deyiminden ne anlaşılması gerektiği hususu üzerinde durulması gerekmektedir.
Genel olarak hükümlü kavramı; Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde; "Ceza hükmü verilmiş, hüküm giymiş, mahkûm." şeklinde tanımlanmış, öğretide de; "yargılama sonucu hakkında mahkemece verilen mahkûmiyet kararı kesinleşen kişidir." (Ahmet Gündel, Yeni Türk Ceza Kanunu Açıklaması, Ankara, 2009, 4. Cilt, s. 5305.), "bir kişinin bir suç dolayısıyla kesin hükümle mahkûmiyeti anlamındadır." (Hasan Gerçeker, Yorumlu & Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2020, 5. Baskı, 2. Cilt, s. 2586), "Hapis veya adli para cezasına ilişkin mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesiyle kişi hükümlü statüsünü kazanmaktadır." (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Hukuk, Ankara 2019, 15. Bası, s. 823-824) biçiminde açıklamalara yer verilmiş ise de TCK'nın 292. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "Hükümlü" deyiminin kapsamının belirlenmesi için aynı maddenin "Bu maddede yazılı hükümler, ceza infaz kurumu dışında çalıştırılan hükümlüler ile hapis cezası adlî para cezasından çevrilmiş olanlar hakkında da uygulanır." şeklinde hüküm altına alınan beşinci fıkrasının gözden kaçırılmaması gerekmektedir. Bu düzenlemeye göre ceza infaz kurumu dışında çalıştırılan hükümlüler ile hapis cezası adli para cezasına çevrilenler de bu suçun faili olabileceklerdir.
Bu aşamada adli para cezasından çevrilen hapsin niteliği ile TCK'nın 292. maddesinin beşinci fıkrasının fail bakımından istisnai diğer bir ifade ile sınırlayıcı bir hüküm olarak düzenlenip düzenlenmediğinin belirlenmesi gerekmektedir.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un "Adli para cezasının infazı" başlıklı 106. maddesinin üçüncü fıkrası; "Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde adli para cezasını ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarı hapis cezasına çevrilerek, hükümlünün iki saat çalışması karşılığı bir gün olmak üzere kamuya yararlı bir işte çalıştırılmasına karar verilir. Günlük çalışma süresi, en az iki saat ve en fazla sekiz saat olacak şekilde denetimli serbestlik müdürlüğünce belirlenir. Hükümlünün, hakkında hazırlanan programa ve denetimli serbestlik görevlilerinin bu kapsamdaki uyarı ve önerilerine uymaması hâlinde, çalıştığı günler hapis cezasından mahsup edilerek kalan kısmın tamamı açık ceza infaz kurumunda yerine getirilir." şeklinde düzenlenmiştir. Bu anlamda adli para cezasının ödenmemesi durumunda hükümlü hakkında kamuya yararlı işte çalıştırılmasına karar verilmekte ve bu yükümlülüğe aykırı davranılması hâlinde ise çalıştığı günler hapis cezasından mahsup edilerek kalan cezası infaz kurumunda yerine getirilmektedir. Ancak bu hapis suç karşılığında uygulanan yaptırım olarak düzenlenen hapis cezası değildir; tazyik hapsi niteliğindedir. Nitekim 5275 sayılı CGTİHK’nın "Adlî para cezalarının infazı" başlıklı 106. maddesinin dokuzuncu fıkrası uyarınca 16. madde hükümleri saklı kalmak üzere, adlî para cezasından çevrilen hapsin infazının ertelenemeyeceği ve bunun infazında koşullu salıverilme hükümlerinin uygulanmayacağı, hapse çevrilmiş olmasına rağmen hak yoksunlukları bakımından esas alınacak olanın adlî para cezası olduğu belirtilmiştir (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Hukuk, Ankara 2019, 15. Bası, s. 848; Berrin Akbulut, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2017, 4. Baskı, s. 804; Murat Aksan, Başkası Yerine Ceza İnfaz Kurumuna veya Tututevine Girme Suçu, Hakemli Makale.). Ayrıca Adlî Sicil Kanunu’nun "Adlî sicile kaydedilecek bilgiler" başlıklı 4. maddesi de;
"(1) Türk mahkemeleri tarafından vatandaş veya yabancı hakkında verilmiş ve kesinleşmiş mahkûmiyet hükümleri adlî sicile kaydedilir. Bu bağlamda;
...
c) Adlî para cezası ile ilgili olarak;
...
Adlî para cezasının tazyik hapsi suretiyle kısmen veya tamamen infaz edildiği hususu,
Adlî para cezasının tazyik hapsinden sonra kalan kısmının ödenmek suretiyle infaz edildiği hususu,
...
Adlî sicile kaydedilir." şeklinde hüküm altına alınarak adli para cezasından çevrilen hapsin de tazyik hapsi niteliğinde olduğu ifade edilmiştir. Bu anlamda adli para cezasını ödemeyen ve kamuya yararlı işte çalışma yükümlülüğüne de aykırı hareket eden kişi, yükümlülüklerinin gereğini yerine getirmesini sağlamak için, belli ölçüde icbar edilebilmekte ve bu amaçla bir süreye kadar hürriyetinden yoksun bırakılmakta, ancak, yükümlülüğün yerine getirilmesi hâlinde, bu yaptırımın uygulanmasına derhal son verilmektedir.
Öte yandan, TCK'nın "Bu maddede yazılı hükümler...hapis cezası adlî para cezasından çevrilmiş olanlar hakkında da uygulanır." şeklinde düzenlenen 292. maddesinin beşinci fıkrasında, adli para cezasından çevrilen tazyik hapsinin infazı sırasında ceza infaz kurumundan veya gözetimi altında bulunduğu görevlinin elinden kaçan kişilerin de bu suçun faili olabilecekleri ayrıca belirtilmiş ise de, anılan fıkranın aynı şekilde yer aldığı Türk Ceza Kanunu Tasarısı'nın 293. maddesinin gerekçesinde, bu hükmün uygulamadaki duraksamaları gidermek amacıyla madde metnine konulduğunun açıklanması karşısında; söz konusu fıkranın fail bakımından istisnai, diğer bir ifade ile sınırlayıcı bir hüküm olarak düzenlenmediği kabul edilmelidir.
Diğer taraftan tazyik hapsi kararının infazına ilişkin mevzuat hükümlerinin de incelenmesinde fayda bulunmaktadır.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 3. maddesinde; ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenilen temel amacın öncelikle genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmak olduğu belirtilmiştir.
Aynı Kanun’un "Açık ceza infaz kurumları" başlıklı 14. maddesinin birinci fıkrasında açık ceza infaz kurumları "...hükümlülerin iyileştirilmelerinde, çalıştırılmaları ve meslek edindirilmelerine öncelik verilen, firara karşı engelleri ve dış güvenlik görevlisi bulunmayan, güvenlik bakımından kurum görevlilerinin gözetim ve denetimi ile yetinilen kurumlardır." şeklinde tanımlanmıştır. Anılan maddenin suç tarihinde yürürlükte olan ikinci fıkrası ise; "Hükümlülerin açık cezaevlerine ayrılmalarına ilişkin esas ve usûller yönetmelikte gösterilir." şeklinde düzenlenmiş, bu maddeye dayanılarak çıkartılan Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği’nin "Doğrudan açık kuruma alınacak hükümlüler" başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde; İcra ve İflas Kanunu gereğince tazyik hapsine tabi tutulanların cezalarının doğrudan açık kurumlarda yerine getirileceği, "Açık kuruma ayrılamayacak hükümlüler" başlıklı 8. maddesinin ikinci fıkrasının (ç) bendinde; İcra ve İflas Kanunu gereğince verilen hapsen tazyik veya tazyik hapisleri dışında, diğer kanunlarda düzenlenen tazyik, disiplin veya zorlama hapislerinin tamamının kapalı kurumlarda infaz edileceği belirtilmiştir.
5275 sayılı CGTİHK’nın "Hükümlünün istemiyle infazın ertelenmesi" başlıklı 17. maddesinin altıncı fıkrasında; disiplin veya tazyik hapsine mahkûm olanların bu madde hükümlerinden yararlanamayacakları düzenlenmiştir.
Suç tarihinde yürürlükte olan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün "Disiplin hapsi ve tazyik hapsi kararlarının infazı" başlıklı 193. maddesi;
"(1) Disiplin hapsinin Cumhuriyet başsavcılığınca infazında aşağıdaki esas ve usuller uygulanır;
a) Mahkemece verilen disiplin hapsi kararları, disiplin hapsine mahsus deftere kaydedilir,
b) Disiplin hapsi cezasının infazı amacıyla, on gün içinde Cumhuriyet başsavcılığına gelmesi için hükümlüye çağrı belgesi gönderilir. Bu süre içinde hükümlünün gelmemesi veya kaçması halinde yakalama emri düzenlenir. İlgilinin bu adreste bulunamaması halinde karar, yargı çevresi dışındaki o yer Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir,
c) Kanun hükümlerine göre disiplin hapsi, kaldırılmadığı veya düşürülmediği takdirde kurumda yerine getirilir.
(2) Tazyik hapsi kararlarının Cumhuriyet başsavcılığınca infazında aşağıdaki esas ve usuller uygulanır;
a) Mahkemece verilen tazyik hapsi kararları, bu kararlara mahsus deftere kaydedilir,
b) Bu kararlar, hükümlünün kararda belirtilen adresinde bulunan mahalli kolluk kuvvetlerine veya ilgilinin bu adreste bulunamaması halinde yargı çevresi dışındaki o yer Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir,
c) Kanun hükümlerine göre tazyik hapsi kararı kaldırılmadığı sürece, kurumda yerine getirilir.
(3) Disiplin hapsi ve tazyik hapsi kararları için kurumda ayrı bir kayıt tutulur.
(4) Disiplin hapsi ve tazyik hapsi kararları, tekerrüre esas olmaz, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz ve adlî sicil kayıtlarına işlenmez.",
03.2020 tarihli ve 31083 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik’in "Hükümlünün istemiyle infazın ertelenmesi" başlıklı 43. maddesinin 6. fıkrası;
"Bu madde hükümleri;
...
c) Disiplin veya tazyik hapsine mahkûm olanlar,
hakkında uygulanmaz.",
Aynı Yönetmelik’in "Disiplin hapsi ve tazyik hapsi kararlarının infazı" başlıklı 145. maddesi ise;
"(1) Disiplin hapsinin Cumhuriyet başsavcılığınca infazında aşağıdaki esas ve usuller uygulanır:
a) Mahkemece verilen disiplin hapsi kararları, disiplin hapsine mahsus deftere kaydedilir.
b) Disiplin hapsi cezasının infazı amacıyla, on gün içinde Cumhuriyet başsavcılığına gelmesi için hükümlüye çağrı belgesi gönderilir. Bu süre içinde hükümlünün gelmemesi veya kaçması hâlinde yakalama emri düzenlenir. İlgilinin bu adreste bulunamaması hâlinde karar, yargı çevresi dışındaki o yer Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir.
c) Kanun hükümlerine göre disiplin hapsi, kaldırılmadığı veya düşürülmediği takdirde kurumda yerine getirilir.
(2) Tazyik hapsi kararlarının Cumhuriyet başsavcılığınca infazında aşağıdaki esas ve usuller uygulanır:
a) Mahkemece verilen tazyik hapsi kararları, bu kararlara mahsus deftere kaydedilir.
b) Bu kararlar, hükümlünün kararda belirtilen adresinde bulunan mahalli kolluk kuvvetlerine veya ilgilinin bu adreste bulunamaması hâlinde yargı çevresi dışındaki o yer Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir.
c) Kanun hükümlerine göre tazyik hapsi kararı kaldırılmadığı sürece, kurumda yerine getirilir.
(3) Disiplin hapsi ve tazyik hapsi kararları için kurumda ayrı bir kayıt tutulur.
(4) Disiplin hapsi ve tazyik hapsi kararları, tekerrüre esas olmaz, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz ve adli sicil kayıtlarına işlenmez."
Şeklinde hüküm altına alınmıştır.
5275 sayılı CGTİHK’nın 14. maddesinin ikinci fıkrası suç tarihinden sonra 15.04.2020 tarihli ve 31100 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7242 sayılı Kanun’un 18. maddesi ile değiştirilerek;
"Aşağıdaki hâllerde hükümlüler hakkında verilen cezalar doğrudan açık ceza infaz kurumlarında yerine getirilir:
...
d) 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu gereğince tazyik hapsine tabi tutulanlar." şeklinde yeniden düzenlenmiş ve madde son hâlini almıştır.Görüldüğü üzere tazyik hapsi kararının infazının 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve bu Kanun’a dayanılarak hazırlanan Yönetmelik ile suç tarihinde yürürlükte olan Tüzük hükümlerine göre yapıldığı ve ilgili mevzuat hükümlerinde haklarında tazyik hapsi kararı verilen kişilerin de hükümlü olarak ifade edildikleri anlaşılmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;Borçlunun ödeme şartını ihlal eylemi nedeniyle Adana 1. İcra Ceza Mahkemesince 08.10.2015 tarih ve 56-566 sayı ile sanık ...’ın 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 340. maddesi uyarınca üç aya kadar tazyik hapsine karar verildiği, bu kararın itiraz edilmeksizin 10.12.2015 tarihinde kesinleştiği, söz konusu kararın infazına ilişkin olarak 25.12.2015 tarihinde Mersin Açık Ceza İnfaz Kurumuna giriş yapan sanığın 26.12.2015 tarihinde saat 19.25’te personel araçlarının çıkışı sırasında nizamiye kapısından firar ettiği olayda; "Hükümlünün kaçması" suçunun kanun koyucu tarafından devletin adli yargı fonksiyonlarını yerine getirebilmesi ve bu bağlamda ceza infaz sisteminin etkin bir biçimde işlemesinin sağlanması amacıyla düzenlenmesi, gerek 765 sayılı TCK’nın 299. maddesinde gerekse Meclis Adalet Komisyonu tarafından kabul edilen Türk Ceza Kanunu Tasarısı’nın 293. maddesinde anılan suçun yasal unsuru olarak gösterilen "Bir suçtan dolayı" ibaresinin Meclis Genel Kurulu’na verilen değişiklik önergesi üzerine madde metninden çıkartılması, bu maddenin "Bu maddede yazılı hükümler,...hapis cezası adlî para cezasından çevrilmiş olanlar hakkında da uygulanır." şeklinde düzenlenen beşinci fıkrasında anılan madde hükümlerinin adli para cezasından çevrilen tazyik hapsinin infazı sırasında ceza infaz kurumundan veya gözetimi altında bulunduğu görevlinin elinden kaçan kişiler hakkında da uygulanacağı ayrıca belirtilse de bu düzenlemenin suçun failine ilişkin istisnai diğer bir ifade ile sınırlayıcı bir hüküm olarak getirilmeyip sadece uygulamadaki duraksamaları gidermek amacıyla madde metnine konulması, yine tazyik hapsi kararlarının infazının 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve bu Kanun’a dayanılarak hazırlanan Yönetmelik ve suç tarihinde yürürlükte olan Tüzük hükümlerine göre yapılması ve ilgili mevzuat hükümlerinde haklarında tazyik hapsi kararı verilen kişilerin de hükümlü olarak kabul edilmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde, kabahat niteliğindeki "Borçlunun ödeme şartını ihlal" eylemi nedeniyle İİK’nın 340. maddesi uyarınca hakkında üç aya kadar tazyik hapsine karar verilen ve cezasının infazı sırasında 26.12.2015 tarihinde Mersin Açık Ceza İnfaz Kurumundan firar eden sanık ...’ın TCK’nın 292. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen hükümlünün kaçması suçu bakımından "Hükümlü" statüsünde bulunduğu ve sanığa atılı suçun yasal unsurlarının oluştuğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının haklı nedene dayanan itirazının kabulüne, Özel Daire bozma ilamının kaldırılmasına ve dosyanın uygulamanın denetlenmesi için Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi ...;"Borçlunun ödeme şartının ihlali suçundan sanık ... hakkında yapılan yargılama sonucunda Adana 1. İcra Ceza Mahkemesinin 08.10.2015 tarihli ve 2015/56-566 sayılı kararıyla sanık hakkında İİK’nın 340. maddesi uyarınca verilen üç aya kadar tazyik hapsi cezasının 10.12.2015 tarihinde kesinleştiği ve 25.12.2015 tarihi itibarıyla bu cezanın infazına başlandığı, sanığın ise 26.12.2015 tarihinde cezasının infaz edildiği Mersin Açık Ceza İnfaz Kurumundan firar ettiği hususunda bir ihtilaf bulunmayan inceleme konusu dosyada, Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızda oluşan görüş farklılığının temelini, borçlunun ödeme şartını ihlali suçundan hakkında verilen tazyik hapsinin infazı kapsamında bulunduğu ceza infaz kurumundan firar eden sanığa yüklenen hükümlü veya tutuklunun kaçması suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı yönündeki düşüncemiz oluşturmaktadır.
Buna göre;5237 sayılı TCK’nın 292/1. maddesinde düzenlenen tutuklu veya hükümlünün kaçması suçu, diğer bir deyişle firar suçu; hakkında tutuklama kararı veya kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunan kişinin kamu görevlilerince yakalandıktan sonra tutukevinden, kapalı veya açık cezaevinden veya gözetimi altında bulunduğu görevlilerin elinden kaçması ile vücut bulur. Buna göre, firar suçunun oluşabilmesi için öncelikle sanığın tutuklu veya hükümlü statüsünde olması gerektiği anlaşılmaktadır. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'a göre tazyik hapsi ya da disiplin hapsi olanlar, hükümlü kapsamında değerlendirilmiş ise de, bu hususun söz konusu kişilerin infazının ne şekilde yapılacağına ilişkin bir düzenleme olması yanında, gerek bu Kanun'da, gerekse diğer kanunlarda hükümlünün yasal bir tanımına da yer verilmediği gözden uzak tutulmamalıdır.
Öte yandan, tazyik hapsi ya da disiplin hapsine mahkûm olan kişilerin bu cezalarının infazı kapsamında 5275 sayılı Kanun'da hükümlülere tanınan izin, koşullu salıverme, açık cezaevine ayrılma gibi pek çok haktan yararlanmaları da söz konusu olmadığı gibi, ancak diğer hükümlüler tarafından işlenebilmesi mümkün nitelikteki 5275 sayılı Kanun'un 97 ve 105/A-8 maddelerinde tanımlanan fiilleri işlediklerinden bahisle TCK’nın 292. maddesi uyarınca cezalandırılamazlar.
Bu açıklamalar ışığında;
Ceza hukukunun temel prensipleri arasında kıyas ve genişletici yorum yasağı yer alır. Bu bağlamda, TCK’nın 292. maddesinde belirtilen hükümlü kavramına hangi saikle olursa olsun bir suçtan hükümlü olanlar dışında cezaevinde kalması gerekenlerin de 'kıyas-benzetme suretiyle' dahil edilmesi 'kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesine' aykırılık oluşturacağı gibi, dilediği takdirde tazyik hapsini de aynı statüye tabi olarak düzenleme imkânı bulunan kanun koyucunun iradesine de uygun düşmeyecektir. Dolayısıyla itiraza konu olayda, sanığa atılı suçun yasal unsurlarının oluşmadığı," görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi de; benzer düşüncelerle,
Karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 19.06.2017 tarihli ve 9210-7691 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
Dosyanın, uygulamanın denetlenmesi için Yargıtay 8. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 15.12.2020 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.
Not: Corpus'da yer alan içtihat metinlerinin basılı yayında ve ticari olmayan elektronik ortamda kullanılması referans gösterilmek şartıyla (www.corpus.com.tr) serbesttir.