“Hamile olarak yanına sığınan kızının evlilik dışı çocuğunu doğumundan birkaç gün sonra, annesinin yarı baygın olduğu bir sırada ondan habersiz olarak cami avlusuna terk eden sanık anneannenin geleneksel anne-kız ilişkilerinde yenidoğan çocuğu konumundaki çocuğu korumakla yükümlü olduğu ve bu eyleminin TCK’nın 473/1. Madde ve fıkrasında tanımlanan suçu oluşturacağı gözetilmeden yazılı gerekçelerle beraatine karar verilmesi” yasaya aykırı bulunmuştur. Yargıtay 8. CD. 4.2.1998, 98219/1063
“Fiziki ve akli melekelerindeki maluliyet nedeniyle, kendini idareye muktedir olmayan ve bakıma muhtaç bulunan kocası İ. Ö.’ı bakım mükellefiyetinden kurtulmak amacı ile evden atmak, ısrara rağmen almamak suretiyle, kendi başına terk etmekten sanık H. Ö.’ın TCK’nın 473/2 ve 647 sayılı yasanın 4/1 maddeleri uyarınca cezalandırılmasına” ilişkin hüküm özel dairece incelenerek onanmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı itirazında ise, “fizik ve akıl durumu itibarıyla bakıma muhtaç olduğu belirtilen yakınıcı İ.’in bilinçli davranışlarda bulunduğu ve kendini idare edebilir durumda bulunduğu, dosya safahatından anlaşılmakta olup, rahatsızlığının TCK’nın 473. Madde kapsamına girer nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır. Keza, kendisinden iki yaş daha büyük olan ve yaşlılık dönemine girmiş bulunan eşi sanık H.’den, en geniş anlamda bir ihtimam beklemek doğru olmazsa da sanığın, yakınıcı eşini eve almamak yolundaki direnişinden oluşan eylemi, TCK’nın 478. Maddesi kapsamına girer nitelikte “aile efradından birine, rahim ve şefkatle kabili telif olmayacak surette fena muamele” olarak nitelenmiştir. Bu nedenlerle ve yakınıcı İ.’in sanık hakkındaki dava ve şikayetinden vazgeçmiş olması göz önünde bulundurularak, sanık hakkındaki kamu davasının, TCK’nın 478/1-3 ve 99. Maddeleri uyarınca düşmesine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.” denilerek, sanık hakkındaki kamu davasının düşmesi yerine, hükümlülüğüne ilişkin, yerel mahkeme hükmünü onaylayan özel daire kararının, itirazen incelenerek kaldırılması talep edilmiştir. Bunun üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulu dosyadaki uyuşmazlığın sanığın eyleminin hukuki vasfına ilişkin olduğunu değerlendirmiş ve şöyle bir karar vermiştir; “Dosyadaki belgelere göre, mağdur, 1337 sanık ise 1335 doğumlu olup, 31.7.1944 tarihinde evlenmişlerdir. Ancak, doktor raporunda da belirtildiği gibi mağdur, fiziki ve akli melekelerindeki maluliyet sebebiyle, kendisini korumaktan yoksun ve bakıma muhtaç bir hale gelmiştir. Bu durumda, ona bakacak, onu koruyup gözetecek kişi, hiç kuşku yok ki, resmi nikahlı karısı, birlikte yaşadıkları hayat arkadaşıdır. … Buna rağmen sanık, kendini idareye muktedir olmayan ve bakıma muhtaç kocasını, bu mükellefiyetten kurtulmak amacıyla, evden sokağa atmış, mağdurun sokaktaki perişan halini görüp acıyan komşuları ve polis memurları ellerinden geldiğince onu doyurmak ve bir çatı altına almak suretiyle yardımcı olmuşlar polis memurlarının tekrar eve alması yolundaki ısrarlı ricalarını dinlemeyen sanık, kocasını bakımsız ve gıdasız bırakacak surette sokağa atan ve onu kendi kaderi ile baş başa bırakan sanığın bu eyleminin, TCK’nın 473. Maddesindeki terk suçunu oluşturduğunda, hiç kuşku bulunmamaktadır. Olayda, TCK’nın 478. Maddesindeki suç unsurlarının varlığından söz edilemez. Bu nedenle, Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.” Yargıtay CGK 25.01.1982 4/435-27