Yargıtay 11. H.D., 06.02.1984, E. 1081, K. 541; “Dava bir menfi tespit davasıdır. Ancak burada üzerinde durulacak husus, zamanaşımı nedeniyle böyle bir davanın açılıp açılamayacağıdır. Zira zamanaşımına uğrayan borç eksik borç olarak varlığını muhafaza eder. Bundan dolayıdır ki; zamanaşımına uğramış bir borcu tediye eden borçlu verdiğini geri isteyemez (BK. m.62) Böyle bir ödeme hukuken geçerli ifa sayılır. Zamanaşımının alacaklı olan kimseye karşı etkisini göstermesi için mutlaka borçlu tarafından dermeyan edilmesi gerekir. Borçlunun bu yetkiyi kullanması ise ancak alacağın takip veya dava konusu yapılması halinde mümkündür. Borcu sübut ettiren diğer nedenler gibi örneğin tediye gibi zamanaşımının infisahi bir olay etkisini göstermesi beklenemez ( Von Tuhr, Borçlar Hukuku- Cevat Edege Tercümesi, C:2, s.761) Borcun sukut etmesi için zamanaşımı suresinin geçmesi yeterli olmayıp defi hakkının kullanıldığı yolundaki irade beyanının buna inzimam etmesi gerekir. Böyle bir beyan ise ancak takip veya dava sırasında vaki olduğu takdirde hukuki bir sonuç doğurur. Borç ile ilgili herhangi bir muraza olmadan defi hakkında etkili olacağı düşünülemez. Öte taraftan, alacaklıya karşı haiz olduğu zamanaşımı def’ini takip veya dava sırasında ileri sürmeyen borçlunun, sonradan böyle bir nedene dayanarak menfi tespit davası açması da mümkün olamaz. Çünkü borçlunun bu hakkını yetkili mercide kullanmamış olması, bundan vazgeçtiği anlamına gelir”
