CİNSEL SALDIRI(IRZA GECME),KONUT İHLALİ,KESİN DELİL VARLIĞI
T.C
YARGITAY
5.CEZA DAİRESİ
Esas No:2007/1161
Karar No:2007/2039
Karar Tarihi:19.03.2007
MAHKEME DOSYASI
5237 sayılı TCK.nın 53/1 m. (c)f.-116/4-102/2-43-63 maddeleri
Cinsel Saldırı-Konut Dokunulmazlığını İhlal5237 sayılı TCK.nın 53/1 maddesinin (c)fıkrasının uygulaması
T.C. B A F R A AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Esas No:2006/189
Karar No:2006/220
MAHKUMİYET Savcılık No:2006/773
KARAR TÜRK MİLLETİ ADINA Yetkili ve Görevli Bafra Ağır Ceza Mahkemesi Aşağıdaki Hükmü Kurmuştur.
BAŞKAN : ………………………
ÜYE : ………………………
ÜYE : ………………………
C.SAVCISI :………………………
KATİP : ………………………
DAVACI :K.H.
ŞİKAYETÇİLER :
1 -…………… - …. ve ……. kızı, 1969 D.lu.S….. ili A….. ilçesi ….. Köyünde ikamet eder
2 - ………… - …….. ve …… oğlu,1942 D.l.u S……ili A….. ilçesi .. köyünde ikamet eder.
SANIK :A…..B….. - …….. ve ……. oğlu, 07.05.1963 D.lu. B… ili G….. ilçesi …. mah. nüfusuna kayıtlı olup, A......T…. köyünde oturur. Evli, 2 çocuk babası, okuryazar, sabıkasız, balıkçılık yapar, aylık 600 YTL gelirli, TC.
MÜDAFİ :AV…………… - B.
SUÇ TARİHİ :2006 Yılı Haziran Ayı
GÖZALTI TARİHİ :23.06.2006 (1 Gece)
TEVKİF TARİHİ :24.08.2006
KARAR TARİHİ :13.10.2006
KARAR :Sanığın Cinsel Saldırı suçundan 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, geceleyin konut dokunulmazlığını ihlal suçundan dolayı 3 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına dair verilen karar. Yukarıda açık kimliği ve suçu yazılı sanık hakkında mahkememizde yapılan açık yargılama ve dosyanın incelenmesi sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Bafra Cumhuriyet Başsavcılığı’na ait 13.09.2006 tarih ve 2006/93 Sayılı İddianame ile; Şikayetçilerden Y.D. ile sanık A.B’nin akraba ve aynı köyde komşu oldukları, şikayetçi Y.D.nin çalışmak üzere Ç. iline gittiği, Y.D.’nın eşi şikayetçi N.’nin ise evlerinde 10 yaşından küçük çocukları ile birlikte kaldığı, olay tarihinde gece saatlerinde sanık A.B.’nin kırık olan pencere camından elini uzatarak pencereyi açtığı, evin içerisine girdiği, konutun salon kısmında bulunan şikayetçiye cinsel ilişki teklifinde bulunduğu, şikayetçi N.’nin bu teklifi kabul etmediği ve sanığı evden kovduğu, buna rağmen evden gitmeyen sanık A.B.’nin şikayetçi N.’ye saldırdığı, eliyle N.’nin ağzını kapattığı ve N. ile zorla cinsel ilişkiye girdiği, bu olaydan 3-4 gün sonra benzer şekilde yine gece saatlerinde sanık A.B.’nin iki kere daha N.’nin evine girerek şikayetçi N.’nin ırzına zorla geçtiği, şikayetçi Y.D.’nın Ç. ilinden dönmesi üzerine, N.’nin durumu eşine anlattığı ve olayın ortaya çıktığı, N.’nin cinsel saldırı suçuna karşı beden ve ruh sağlığı bakımından kendisini savunabilecek durumda olduğu, ayrıca suç tarihinden sonra beden ve ruh sağlığında bir bozulmanın meydana gelmediği iddia edilerek, sanık A.B.’nin şikayetçi N.’ye yönelik cinsel saldırıda bulunmak suçundan dolayı 5237 Sayılı TCK nun 102/2 ve 43/1 maddeleri gereğince, Sanık A.B.’nin şikayetçilere yönelik geceleyin konut dokunulmazlığını bozmak suçundan dolayı ise 5237 Sayılı TCK nun 116/4 ve 43/1 maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi talep edilmiştir. Sanık A.B.’nin soruşturma aşamasında kolluk tarafından alınan ilk savunmasında; Üzerine atılan suçlamaları kabul etmediğini, şikayetçilerin evine gece gitmediğini ve N.’ye cinsel saldırıda bulunmadığını belirtmiş olmasına rağmen Sanık A.B. soruşturma aşamasında Cumhuriyet Savcısı huzurunda, tutuklanma talebi ile sevk edildiği Sulh Ceza Hakimi önünde ve Kovuşturma aşamasında Mahkememiz huzurundaki anlatımlarında; Üzerine yüklenen şikayetçi N.D.’ye yönelik zorla cinsel saldırı suçunu kabul etmediğini, ancak Y.D.’ye yönelik geceleyin konut dokunulmazlığını ihlal suçunu kabul ettiğini, şikayetçi N.’nin eşi olan Y.D. ile akraba olduklarını, Y.D.’nın ve kendi evinin aynı bahçe içerisinde bulunduğunu, Y.D.’nın fakir ve gariban bir kişi olduğunu, bu nedenle Yaman’a sık sık para ve harçlık verdiğini, bu yılın Haziran ayı başlarında Y.’ye Ç. ili K. ilçesinde limanda iş bulduğunu, Y.’yi S.’a kadar kendisinin götürdüğünü, burada Y.’ye 500,00 YTL para verdiğini ve S.’dan Y.’yi K. Beldesine gönderdiğini, Y.’nin Ç. iline gitmesinden öncede N.’nin kendisinin etrafında dolaştığını, bahçede çalıştığı sıralarda, sabah erken saatlerinde N.’nin ben bakkala gidiyorum, sigara alacağım, çay alacağım gibi sözler söyleyerek kendisinin yanından geçmekte olduğunu, N.’nin Yaman’ın Ç.’ye gitmesinden sonra da bu şekildeki hareketlerine devam ettiğini, kendisinden evindeki ocak, fırın gibi eşyaların bozulduğunu belirterek yardım istediğini, yanına eşi S.’yi ya da çocuklarının birini alarak N.’nin evine gidip eşyaları tamir ettiğini, hatta bu sıralarda eşi S.’nin kendisine N.’nin evine fazla gidip gelmemesini, N.’nin kocasının olmadığını, laf söz olur diye ikazda bulunduğunu, Y.’nin Ç.’ye gitmesinden yaklaşık 2 hafta kadar sonra, Haziran ayının son günlerinde olay tarihinde N.’nin kendisine çocukların erken uyuduğunu, gece 22:00 den sonra oturup çay içtiğini söylediğini, o gün ayrıca N.’nin kendisinden evdeki lambanın bozuk olduğunu söyleyerek yardım istediğini, bu yardım isteği üzerine gece saat 22:00 den sonra N.’nin evine gittiğini (soruşturma aşamasında Cumhuriyet Savcısı huzurunda ve Sulh Ceza Hakimi huzurunda sanık A.B. Mahkememiz huzurundaki beyanından farklı olarak, N.D.’nin evine bozulan lambanın tamiri için gittiğinden bahsetmemiş olup, o gün sabah saatlerinde N.’nin kendisinin yanına geldiğini ve N.’nin kendisini sevdiğini ilişkiye girmek istediğini söylediğini, çocuklarının gece saat 22:00 de uyuduğunu, o saatten sonra eve gelmesini kendisinden istediğini, erkek kişi olduğundan dolayı bu teklife hayır diyemediğini ve geceleyin eve bu şekilde gittiğini), tıklaması üzerine kapıyı N.’nin açtığını ve içeriye girdiğini, içeriye girdikten sonra evdeki seyyar olan lambayı tamir ettiğini, o saatte N.’nin kendisine çay içme teklifinde bulunduğunu, çay içtikleri sırada tahrik olduğunu, N.’nin de isteği ile N. ile birlikte yatak odasına gittiklerini, yatak odasında çocukları yerde uyurken gördüğünü, ancak uyuyan çocukların kendilerini görmediğini, yatağa N.’nin kendi rızasıyla girdiğini, N.’nin kendi rızasıyla üzerini soyunduğunu ve N. ile rızasıyla burada ilişkiye girdiğini, bugünden sonra birkaç gün arayla yine N.’nin daveti üzerine N.’nin evine gittiğini ve böylece toplam N. ile üç kez cinsel ilişkiye girdiğini, daha sonra N. ile aralarındaki ilişkiyi evli olduğundan dolayı yuvasının yıkılmasının korktuğundan ötürü bitirdiğini belirtmiştir. Ayrıca sanık A.B, N.’nin kendisi ile ilişkiye girmesini Y. ve N.’nin birlikte planladığını tahmin ettiğini belirtmiştir. Şikayetçi N.D. aşamalardaki anlatımlarında; Y.D. ile evli olduklarını, eşinin akrabası olan A.B.’nin evi ile kendi evlerinin aynı bahçede bulunduğunu, olay tarihinde eşi Y.’nin çalışmaya Ç. iline gittiğini, eşi Ç.’ye gittikten sonra A.B.’nin birkaç kez yardım amacıyla kendi evlerine geldiğini, eşi Y.’nın Ç.’ye gitmesinden 3-5 gün sonra 2006 yılının Temmuz ayının başlarında gece saat 22;00 yi geçtikten sonra, 9 , 5 ve 3 yaşlarında bulunan çocuklarının diğer oda da uyudukları esnada, evinin salon bölümünde bulunduğu sırada, evin mutfak kısmının camının tıkırdadığını duyduğunu, mutfağa doğru gittiğinde, daha önce oğlu A. tarafından küçük bir kısmı kırılan mutfak camının kırık kısmından A.B.’nin elini sokup camı açtığını ve içeriye girdiğini gördüğünü, A.B.’ye evden çıkmasını söylediğini, buna rağmen A.B.’nin kendisine cinsel ilişkiye girme teklifi ettiğini, A.B.’nin teklifini kabul etmediğini ve A.B.’yi evden kovduğunu, buna rağmen A.B.’nin kendisinin üzerine geldiğini, eliyle ağzını kapattığını ve kendisini çekyatın üzerine yatırdığını, diğer eliyle üzerindeki eteği yukarıya doğru topladığını ve A.B.’nin burada kendisinin ırzına geçtiğini, A.B.’ye karşı koymaya çalıştığını, A.B.’yi iteklediğini, ancak gücünün yetmediğini, evde bulunan üç çocuğunun kendisini tecavüze uğrarken görmelerinden çekindiğinden dolayı bağıramadığını, tecavüzden sonra A.B.’nin evden çıkıp gittiğini, bu olaydan üç dört gün arayla A.B.’nin yine aynı şekilde iki kez daha evine zorla girerek kendisine zorla tecavüz ettiğini, eşinin ve çevresinin tepkisinden korktuğundan dolayı olayı kimseye anlatamadığını, eşi Ç.’den döndükten sonra kendisinin durgun halinin sebebini sorduğunu, bunun üzerine A.B.’nin yaptıklarını eşine anlattığını, sanıktan şikayetçi olduğunu belirtmiştir. Şikayetçi Y.D. aşamalardaki anlatımlarında; N.D. ile evli olduklarını, halasının oğlu olan A.B. ile evlerinin aynı bahçe içerisinde yan yana bulunduğunu, Haziran ayı başında A.B.’nin kendisini gemide çalışmak üzere Ç. iline gönderdiğini, Ağustos ayı başlarında Ç. ilindeki işten ayrılarak Alaçam ilçesindeki köyüne döndüğünü, köye geldiğinde eşinin hareketlerinden ve donukluğundan şüphelendiğini, hareketlerindeki durgunluğun sebebini eşinden sorduğunu, ilk anda eşinin zorlandığını, ancak daha sonra A.’nın, kendisinin Ç.’ye gitmesinden sonra çocukların uyku saati geçtikten sonra, birkaç kez zorla eve girdiğini ve kendisine zorla tecavüz ettiğini söylediğini, bunun üzerine durumu Jandarmaya gidip ihbar ettiğini, sanık hakkında şikayetçi olduğunu belirtmiştir. Savunma tanıkları A.Y., L.O., O.Ö., G.Ö. ve S.B.’nin anlatımlarının incelenmesinden; Sanık A.B.’nin olay tarihlerinde şikayetçilerin evine girmesi ve şikayetçi N.D.’ye cinsel saldırıda bulunmasıyla ilgili görgüye dayalı bilgilerinin bulunmadığı anlaşılmıştır. B. Devlet Hastanesi Baştabipliği tarafından tanzim edilmiş bulunan 29.08.2006 tarih ve 3202 Sayılı Uzman Doktor raporu ile 12.09.2006 tarih ve 3427 Sayılı Uzman Doktor Raporunun İncelenmesinden; Şikayetçi N.D.’de çocukluktan itibaren var olan hafif düzeyde zeka geriliği tespit edilmekle birlikte, N.D.’nin suç tarihi itibariyle cinsel saldırı suçuna karşı koyma gücünün bulunduğunun ve bu duruma bağlı olarak halen belirgin bir ruhsal rahatsızlığının olmadığının mahkememize bildirildiği anlaşılmıştır. Sanığın tevilli ikrarı, şikayetçilerin beyanları, tanık anlatımları, hekim raporları ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; Sanık A.B.’nin, şikayetçi Y.D.’nın çalışmak için Ç. ilinde bulunduğu bir sırada, Haziran ayının son günleri ve Temmuz ayının ilk günlerinde, gece saat 22:00 den sonra, 3-4 gün arayla üç ayrı kez, meşru bir amaca yönelik olmaksızın, şikayetçi Y.D.’nin konutuna, konut dokunulmazlığını ihlal suçunu oluşturacak nitelikte girdiğinde sanığın ve şikayetçilerin beyanlarının arasında herhangi bir ihtilafın bulunmadığı anlaşılmaktadır. İddia makamı esas hakkındaki mütalaasında özetle; Sanık A.B.’nin sabit olan N.D.’ye karşı cinsel saldırı suçlarından dolayı 5237 Sayılı TCK nun 102/2 ve 43/1 maddeleri gereğince, sanık A.B.’nin şikayetçilere yönelik geceleyin konut dokunulmazlığını bozmak suçundan dolayı 5237 Sayılı TCK nun 106/4 ve 43/1 maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi kamu adına talep ve mütalaa edilmiştir. Sanık A.B.’nin savunması ile N.D.’nın şikayetini içerir beyanları arasındaki ihtilaf ise, A.B.’nin şikayetçi N.D. ile cinsel ilişkiye rızayla mı girdiği yoksa, sanık A.B.’nin N.D.’ye yönelik organ sokmak suretiyle vücut dokunulmazlığını ihlal suçunu mu işlediği yönündedir. Şikayetçinin kendi rızası ile A.B. ile cinsel ilişkiye girdiği kabul edilmesi halinde, yörenin sosyal ve kültürel yapısı karşısında, evli ve çocuk sahibi namuslu bir kadının başkaca kimse tarafından görülmeyen ve bilinmeyen rızası ile girdiği cinsel ilişkiyi, olaydan daha sonra, eşine anlatmasını gerektirecek herhangi bir olgu yaşanmadığı halde, eşi Y.D.’ye anlatması hayatın olağan akışı ile örtüşmemektedir.Şikayetçi N.D.’nın ilişkiye rızayla girdiği kabul edilmesi halinde bunun herhangi bir sebep olmadığı halde çevreninde duyacağı aşikar olacak nitelikte eşine anlatmasında bir menfaat ya da beklentisi de bulunmamaktadır. Bu nedenlerle şikayetçinin beyanlarına itibar etmek olayların oluşuna, hayatın olağan akışına, yörenin sosyal ve kültürel yapısına, hak ve nesafete uygun düşeceği anlaşılmıştır. Sanık A.B. savunmalarda, olaydan önce, şikayetçi N.’nin kendisinin etrafında dolaştığını, sabahın erken saatlerinde dahi bahçede çalıştığında bakkala giderken N.’nin sigara almaya, çay almaya gidiyorum diyerek kendisinin yanından geçtiğini söylediği, sanığın bu beyanlarından da, N.’nin eşi Y.’nın Ç.’ye gitmesinden öncede, şikayetçi N.’ye yönelik meşru olmayan düşünceler içerisinde olduğu görülmektedir. Ayrıca sanığın bu düşünceler ile Y. Y.’yi birlikte yaşadıkları köyden uzaklaştırmak amacıyla Ç. iline, S.’a götürüp, cebine 500,00 YTL para vererek otobüse bindirecek şekilde çaba ve gayreti göstererek gönderdiği anlaşılmaktadır. Ayrıca sanığın olay tarihinde şikayetçi N.’nin evine elektrik lambasının tamiri için gittiğini, tamirden sonra N. ile çay içtikleri sırasında tahrik olarak N.’nin rızasıyla N. ile cinsel ilişkiye girdiğini savunmasına rağmen, soruşturma aşamasındaki olay günü sabah saatlerinde N.’nin kendisinin yanına geldiği ve kendisini sevdiğini, ilişkiye girmek istediğini, saat 22:00 de çocuklarının uyuduğunu, bu saatten sonra kendisinden eve gelmesini istediğini, erkek kişi olarak bu teklife hayır diyemediğini belirttiği görülmüştür. Sanığın N.’nin rızayla cinsel ilişkiye girdiği yönündeki anlatımları da kendi aralarında birbiri ile çelişkili ve tutarsızdır, bu nedenlerle de sanığın rızayla cinsel ilişkiye girdiği yönündeki savunmalarına itibar edilmemesi gerektiği anlaşılmıştır. Bu itibarla, sanık A.B.’nin, 2006 yılı Haziran ayı sonlarında ve Temmuz ayı başlarında, şikayetçi N.’nin eşi Y.D.’yi, Ç. iline çalışması bahanesiyle göndererek Y.D.’yi birlikte yaşadıkları köyden uzaklaştırdığı, Y.D.’nin Ç. iline gitmesinden birkaç gün sonra, Sanık A.B.’nin aynı bahçede evleri bulunan şikayetçi N.D.’nın konutuna kırık olan pencere camından elini uzatarak cam çerçevesini açmak suretiyle girdiği, sanığın bu esnada salonda bulunan mutfak camının açılma sesi üzerine mutfağa gelen ve cinsel ilişki teklifine rıza göstermeyen şikayetçi N.D.’nın ağzını bir eliyle kapadığı, N.D.’yı mutfaktaki çekyatın üzerine yatırdığı, diğer eliyle N.D.’nın eteğini yukarıya kaldırdığı, N.D.’nin karşı koymasına, iteklemesine rağmen, sanığın N.D.’nın vücut dokunulmazlığını organ sokmak suretiyle ihlal ettiği, sanığın iki üç gün arayla bu fiilini iki kez daha gerçekleştirdiği anlaşılmış olmakla, sanık A.B.’nin sabit olan üç kez şikayetçi N.D.’ye yönelik vücuda organ sokmak suretiyle cinsel saldırı suçundan dolayı 5237 Sayılı TCK nun 102/2 ve 43/1 maddeleri gereğince cezalandırılmasına, ayrıca Sanık A.B.’nin sabit olan şikayetçilere yönelik üç kez geceleyin konut dokunulmazlığını ihlal suçundan dolayı 5237 Sayılı TCK nun 116/4 ve 43/1 maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar vermek gerektiği sonuç ve kanaatine oybirliği ile varılmıştır. Bu cihetle aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M :
Tavsilatı yukarıdaki gerekçede ve aşağıdaki gerekçeli kararda ayrıntıları ile açıklandığı üzere;
1-Sanık A.B.’nin sabit olan şikayetçi N.D.’ye yönelik vücuda organ sokulması suretiyle cinsel saldırı suçundan eylemine uyan fiil ve hareketinden dolayı 5237 Sayılı TCK nun 102/2 maddesi gereğince; suçun işleniş biçimi, suçun işlendiği zaman ve yer, meydana gelen zararın ağırlığı, failin kastındaki yoğunluk göz önüne alınarak, sanığın takdiren ve teşdiden 8 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, Sanık A.B.’in mağdur N.D.’ye yönelik cinsel saldırı suçunu bir suç işleme kararının icrası kapsamında aynı suçu kısa aralıklarla birden fazla işlenmiş olduğu ve sanık hakkında bir cezaya hükmetmek gerektiği anlaşılmış olmakla, sanığa verilen cezada suçun 3 kez işlenmesi de göz önünde bulundurularak 5237 Sayılı TCK nun 43.maddesi gereğince takdiren ½ (2/4) oranında artırım yapılmasına, böylece sanık A.B.’nin 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, Sanık hakkında verilen cezada başkaca kanuni ve takdiri indirim yada artırıma yer olmadığına, Sanık hakkında verilen hapis cezasında, sanığın sosyal ve ekonomik durumu , suçun işleniş şekli ile oluşa ve ceza miktar ve nevine göre 5237 Sayılı Yasanın 50 ve 51. ile 62.maddelerinin lehe uygulanmasına yer olmadığına, 5237 Sayılı Yasanın 53.maddesinin 1.fıkrasının a, b, c, d ve e bendlerinde belirtilen haklardan sanığın hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına, Sanığın gözetim altında ve tutuklulukta geçen süresinin 5237 Sayılı TCK nun 63 maddesi gereğince hükmolunan cezasından mahsubuna
2-Sanık A.B.’nin sabit olan şikayetçiler N.D. ve Y.D.’ye yönelik geceleyin konut dokunulmazlığını ihlal suçundan eylemine uyan fiil ve hareketinden dolayı 5237 Sayılı TCK nun 116/4 maddesi gereğince; suçun işleniş biçimi, suçun işlendiği zaman ve yer, meydana gelen zararın ağırlığı, failin kastındaki yoğunluk göz önüne alınarak, sanığın takdiren ve teşdiden 2 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, Sanık A.B.’in şikayetçiler N.D. ve Y.D.’ye yönelik konut dokunulmazlığını ihlal suçunu bir suç işleme kararının icrası kapsamında aynı suçu kısa aralıklarla birden fazla işlenmiş olduğu ve sanık hakkında bir cezaya hükmetmek gerektiği anlaşılmış olmakla, sanığa verilen cezada suçun 3 kez işlenmesi de göz önünde bulundurularak 5237 Sayılı TCK nun 43.maddesi gereğince takdiren ½ (2/4) oranında artırım yapılmasına, böylece sanık A.B.’in 3 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, Sanık hakkında verilen cezada başkaca kanuni ve takdiri indirim yada artırıma yer olmadığına, Sanık hakkında verilen hapis cezasında, sanığın sosyal ve ekonomik durumu , suçun işleniş şekli ile oluşa ve ceza miktar ve nevine göre 5237 Sayılı Yasanın 50 ve 51. ile 62.maddelerinin lehe uygulanmasına yer olmadığına, 5237 Sayılı Yasanın 53.maddesinin 1.fıkrasının a, b, c, d ve e bendlerinde belirtilen haklardan sanığın hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına,
3-Sanığa verilen cezaların miktarı, sanığın tutuklulukta geçirdiği süreler göz önüne alınarak hükümle birlikte tutukluluk halinin devamına, hüküm özetinin gereğinin yerine getirilmesi için Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 4 adet davetiye gideri olan 16,00 YTL den ibaret yargılama giderinin sanıktan tahsili ile hazineye irat kaydına, Mahkememizce verilen karara karşı tarafların yüze karşı olması halinde tefhim tarihinden yokluklarında karar verilmesi halinde ise tebliğ tarihinden itibaren (7) gün içinde mahkememize verilecek veya gönderilecek dilekçe veya tutanağa geçirilmek üzere zabıt katibine beyanda bulunmak suretiyle Yargıtay’ca incelenmek üzere temyiz yoluna başvuru hakkının bulunduğunun ihtarına, Temyizi kabil olmak üzere sanık A.B. ile sanık müdafinin yüzlerine karşı C.Savcısı …………… huzuru ile talebe uygun oybirliğiyle verilen karar açıkca okunup usulen tefhim kılındı.13.10.2006
Başkan Üye Üye Katip
KONU İLE İLGİLİ YARGITAY İLAMI
Nitelikli cinsel saldırı ve geceleyin konut dokunulmazlığını ilal suçlarından sanık A.B.’nin yapılan yargılanması sonunda; atılı suçlardan mahkumiyetine dair Bafra Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 13.10.2006 gün ve 2006/189 Esas, 2006/220 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanık müdafii tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığından tebliğname ile daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü: Konut dokunulmazlığını bozma suçundan kurulan hükümde 5237 sayılı TCK.nın 53/1 maddesinin (c) fıkrasında belirtilen hak yoksunluğunun koşullu salıverme tarihine kadar hükmedilebileceği gözetilmeden, infaz tamamlanıncaya kadar uygulanmasına karar verilmesi, Kanuna aykırı, 5237 Sayılı TCK.nın 7/2 maddesi ile 5320 Sayılı Yasanın 8/1. maddesi de gözetilmek suretiyle hükmün CMUK.nın 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, ancak bu cihetin yeniden yargılama yapılmaksızın düzeltilmesi mümkün bulunduğundan aynı yasanın 322 maddesinin verdiği yetkiye dayanarak, hüküm fıkrasında yer alan “5237 Sayılı TCK.nın 53/1. maddesinin a-b-c-d-e bentlerinde belirtilen haklardan hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına” ibaresinin 5237 Sayılı Yasanın 53/1. maddesinin (c) bendinde düzenlenen güvenlik tedbirinin (hak yoksunluğunun) koşullu salıvermeye, hükmolunan diğer güvenlik tedbirlerinin (hak yoksunluklarının) ise cezanın infazı tamamlanıncaya kadar uygulanmasına; biçimindeDÜZELTİLEREK ONANMASINA,
Nitelikli cinsel saldırı suçundan kurulan hükmün incelenmesinde ise; Evinde çocukları bulunan mağdurenin ırza geçme eyleminin gerçekleştirildiği zamanlarda bağırıp çevreden yardım istememiş olması, eylemin birden çok değişik zamanlarda tekrarlanmasına rağmen hiç kimseye anlatmaması ve şikayetçi olmaması, durgun halinden şüphelenen eşine olaydan yaklaşık iki ay sonra açıklama yapması gözetildiğinde: ırza geçmenin cebir şiddet kullanarak yapıldığına dair iddiasının durumunu çevresine mazur gösterme düşüncesinden kaynaklandığı ırza geçmenin zorla yapıldığı hususunda mağdurenin anlatımı dışında sanığın cezalandırılması için kesin ve inandırıcı başkaca da delil elde edilemediği, dolayısıyla eylemin rızaya dayalı olarak işlendiğinin kabulü yerine, oluşa uygun düşmeyen gerekçelerle yazılı şekilde hüküm kurulması, Kanuna aykırı sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün 5320 Sayılı Yasanın 8/1. maddesi gözetilerek CMUK.nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozmanın mahiyetine göre sanığın bi hakkın TAHLİYESİNE, başka suçtan tutuklu veya hükümlü değilse salıverilme hususunun mahalline telle bildirilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığına müzekkere yazılmasına, 19.03.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. )
WWW.KARARARA.COM
Yukardaki Yargıtay kararı analizi.
Yargıtay’ın cinsel saldırı (tecavüz) suçuna bakış açısını gösteren yukardaki bu kararda, Bafra Ağır Ceza Mahkemesi, cinsel saldırı ve geceleyin konut dokunulmazlığını ihlal suçunu işlediği gerekçesiyle 15 yıl ağır hapis cezasına hükmettiği bir kararda,
Yargıtay “kadın bağırmadığına göre eylem rızaya dayalıdır” yorumuyla ceza verilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
Olay, Samsun Alaçam ilçesindeki bir köyde şikâyetçi kadının eşinin il dışında olduğu bir dönemde gerçekleşmiştir. Yerel mahkeme kararında, sanık A.B.nin akrabası ve komşusu olan üç çocuk annesi N.D.'nin evinin mutfak camını kırarak zorla evine girdiği ve cinsel ilişki
teklifinde bulunduğu, bu teklifi kabul etmeyen N.D.'ye saldırdığı ifade edilmiştir. A.B.’in iki kez daha zorla evine girdiği N.D.’ye cinsel saldırı sucunu islediği iddia edilmektedir. N.D. olaydan duyduğu rahatsızlık sonrası durumu eşine anlatmıştır. N.D. ve eşi Bafra Cumhuriyet
Başsavcılığı’na başvurarak A.B. hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Tecavüze uğradığını iddia eden N.D., kendisine cinsel ilişkiye girme teklifinde bulunan A.B.'yi reddettiğini, kovduğunu ancak çocuklarının uyanmasından ve kendisini tecavüze uğrarken görmelerinden çekindiği için bağıramadığını belirtmiştir. Esinin ve çevresinin tepkisinden çekindiği için yaşadığı olayı kimseye anlatamadığını belirten N.D. şehir dışında olan eşinin eve döndükten sonra kendisinin durgun halinden şüphelendiğini ve bunun üzerine eşine A.B.'nin yaptıklarını anlattığını ifade etmiştir. Sanık A.B. ise duruşmada verdiği ifadede N.D.’nin kendisini, evine lamba tamir etmesi için davet ettiğini ve o sırada birliktelik teklif ettiğini iddia etmiştir. N.D.’yi ilişkiye girmek için zorlamadığını belirten A.B. üç kez birlikte olduklarını kaydetmiştir. Bafra Ağır Ceza Mahkemesi, sanık, şikâyetçi ve tanıkların ifadesinin ardından A.B.'yi (cinsel saldırı suçundan 12 yıl, konut dokunulmazlığını ihlal suçundan 3 yıl) toplam 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırmıştır.
İlk derece Mahkemesi kararı;
“Sanık A.B.’nin savunması ile N.D.’nın şikayetini içerir beyanları arasındaki ihtilaf ise, A.B.’nin şikayetçi N.D. ile cinsel ilişkiye rızayla mı girdiği yoksa, sanık A.B.’nin N.D.’ye yönelik organ sokmak suretiyle vücut dokunulmazlığını ihlal suçunu mu işlediği yönündedir. Şikâyetçinin kendi rızası ile A.B. ile cinsel ilişkiye girdiği kabul edilmesi halinde, yörenin sosyal ve kültürel yapısı karşısında, evli ve çocuk sahibi namuslu bir kadının başkaca kimse tarafından görülmeyen ve bilinmeyen rızası ile girdiği cinsel ilişkiyi, olaydan daha sonra, eşine anlatmasını
gerektirecek herhangi bir olgu yaşanmadığı halde, eşi Y.D.’ye anlatması hayatın olağan akışı ile örtüşmemektedir. Şikâyetçi N.D.’nın ilişkiye rızayla girdiği kabul edilmesi halinde bunun herhangi bir sebep olmadığı halde çevreninde duyacağı aşikar olacak nitelikte eşine anlatmasında bir menfaat ya da beklentisi de bulunmamaktadır. Bu nedenlerle şikayetçinin beyanlarına itibar etmek olayların oluşuna, hayatın olağan akışına, yörenin sosyal ve kültürel yapısına, hak ve nesafete uygun düşeceği anlaşılmıştır. şeklindedir.
Aynı şekilde kararda;
Sanık A.B. savunmalarda, olaydan önce, şikayetçi N.’nin kendisinin etrafında dolaştığını, sabahın erken saatlerinde dahi bahçede çalıştığında bakkala giderken N.’nin sigara almaya, çay almaya gidiyorum diyerek kendisinin yanından geçtiğini söylediği, sanığın bu beyanlarından da, N.’nin eşi Y.’nın Ç.’ye gitmesinden öncede, şikayetçi N.’ye yönelik meşru olmayan düşünceler içerisinde olduğu görülmektedir.
Ayrıca sanığın bu düşünceler ile Y.’yi birlikte yaşadıkları köyden uzaklaştırmak amacıyla Ç. iline, S.’a götürüp, cebine 500,00 YTL para
vererek otobüse bindirecek şekilde çaba ve gayreti göstererek gönderdiği anlaşılmaktadır. Ayrıca sanığın olay tarihinde şikayetçi N.’nin evine elektrik lambasının tamiri için gittiğini, tamirden sonra N. ile çay içtikleri sırasında tahrik olarak N.’nin rızasıyla N. ile cinsel ilişkiye girdiğini
savunmasına rağmen, soruşturma aşamasındaki olay günü sabah saatlerinde N.’nin kendisinin yanına geldiği ve kendisini sevdiğini, ilişkiye girmek istediğini, saat 22:00 de çocuklarının uyuduğunu, bu saatten sonra kendisinden eve gelmesini istediğini, erkek kişi olarak bu teklife hayır diyemediğini belirttiği görülmüştür. Sanığın N.’nin rızayla cinsel ilişkiye girdiği yönündeki anlatımları da kendi aralarında birbiri ile
çelişkili ve tutarsızdır, bu nedenlerle de sanığın rızayla cinsel ilişkiye girdiği yönündeki savunmalarına itibar edilmemesi gerektiği
anlaşılmıştır.”ifadelerine yer verilmiştir. Karar sanık tarafından temyiz edilmiştir.
Cinsel saldırı suçları, niteliği gereği üçüncü kişilerin tanıklığında gerçekleşmeyen ve genel olarak bilgisizlik, tecrübesizlik ve mağdurun ruh hali nedeniyle, olay sonrası derhal karakola ve Adli Tıp Kurumuna gidilemediğinden somut bulguların temin edilemediği delillerin temin
edilemediği, bu nedenle daha çok mağdurenin ve sanığın anlatımlarına dayanarak hüküm verilen bir suç tipidir. Yargının konuya bakış açısını göstermesi açısından bu karar önem arz etmektedir. Zira toplumdaki genel yargı, kadının cinsel saldırıyı kendi istediği, en azından
kendisinin etken olduğu yönündedir.
Yargıtay sadece dosyadaki ifadelere bakarak genel yorumlarla şikâyetçi kadını suçlamıştır.Zira Yargıtay’a göre “kadının bağırmaması”
ve “olaydan iki ay sonra olayı açıklaması”eylemin rızaya dayalı olarak islendiğinin kabulü için yeterlidir. Söz konusu kararda cinsel
saldırı suçunun oluşumunu engelleyen iki ana kriter kullanılmıştır.
Bundan sonraki davalarda,bu kriterlerin yoksunluğu suçun işlenmediğini ve “kadının rızası olduğunu” gösterir bir delil kabul edilecektir. Nitekim Yargıtay, “suçun ispatlanmadığı” ya da “yeterli delil olmadığı”gerekçesiyle sanığın beraat etmesi gerektiği sonucuna
varmamıştır. “Şüpheden sanık yararlanır” ilkesi uyarınca sanığa ceza verilemeyeceği” şeklindeki bir ifade ile dosyayı bozmamıştır. Eksik gördüğü konularda gerekli incelemenin yapılması için dosyayı yerel mahkemeye de göndermemiştir. Maddi olayın araştırılması, gerçeklerin net olarak ortaya çıkması yönünde bir talepte bulunmamıştır. Yargıtay Ceza Dairesi, “kadının rızası olduğunun kabulu gerekir” ifadeleriyle olayın oluş şeklinden yorum çıkartmak suretiyle kadının cinsel saldırıya rızası olduğu sonucuna varmıştır.
Gerçekte ise tarafların iddialarının doğruluğu konusunda en sağlıklı hukuki değerlendirmeyi yapabilecek olan, ilk derece mahkemesidir.Ağır Ceza Mahkemesi sanığın kendi anlatımlarının çelişkili olduğunu, mahkeme ve sorgu esnasında çelişkili beyanlarda bulunulduğunu, olay sabahı şikâyetçinin kendisini davet ettiğini söylemesine rağmen, sonra bundan bahsetmediğini, sanığın ifadelerinden mağdurun eşine para verip ve iş bularak köy dışına gitmesini temin ettiği ayrıca evli ve çocuk sahibi (otuz sekiz yaşındaki) bir kadının, başka kimse tarafından görülmeyen, bilinmeyen, rızası ile girdiği cinsel ilişkiyi eşine anlatmasının hayatın olağan koşulları ile örtüşmediğini beyan etmiştir.
Bafra Ağır Ceza Mahkemesi, suçun oluşmadığı, gerçekte kadının rıza olduğunu ifade etseydi, hâkimin delilleri doğrudan değerlendirdiği, tarafların anlatımı ve delilerin takdiri neticesi bu sonuca varabileceğini kabul etmek gerekirdi. Sonuçta yargılamanın temel amaçlarından bir
tanesi maddi gerçeğin ortaya çıkmasıdır. Tarafları karşılıklı dinleyen ve gerekli gördüğünde tarafların birbiriyle olan ilişkisini tespit etmek için çevredeki kişilerin tanıklığına başvurabilecek olan, ilk derece mahkemesidir. Bu nedenle ağır ceza mahkemesinin verdiği karar mağdur aleyhinde olsaydı yargıcın delilleri serbestçe inceleme ve değerlendirme yetkisi bulunduğundan “hâkimin takdir yetkisini sorgulamamız doğru değildir” sonucuna varılabilirdi. Ancak zaten şikâyetçi kadının gerçekleri söyleyip söylemediğini en iyi değerlendirecek olan üç kişilik hâkim heyeti sanığın 15 sene hapsine hükmetmiştir. Delillerin doğrudanlığı, sözlü tanık ifadelerini dinleyen Ağır Ceza mahkemesinin görüşlerine itibar edilmesini gerektirmektedir. Sonuçta üç kişilik mahkeme heyeti, tarafları dinledikten sonra
mağdurun şikâyetinin doğruluğuna ilişkin kanaat oluşturup ceza vermiştir.
Yargıtay ise, dosya kurbanın suçun oluşmasında payı olduğu yani kadının tecavüze davetiye çıkardığı yönündedir. Kriminolojinin alt dallarından kurban-bilinen birçok durumda kurbanın suçluyu kışkırttığını ifade eder. … Buna göre kadın bilinçli ya da bilinçdışı olarak kendini suçluya sunar yani onunla işbirliği yapar… (Bu nedenle) kadının karşı koy(a)madığı durumlar çoğu zaman kadının aslında
istekli olduğu yorumlanır. üzerinde inceleme yapan bir üst yargı organıdır. Taraflardan hangisinin doğru söyleyip söylemediğini
gözlemleyebilecek, “olay anında aynı yerdeymişçesine” rızanın olup olmadığı hakkında yorum yapabilecek bir noktada değildir. Buna karşın Yargıtay, olay örgüsü içinde kadının eylemleri üzerinde yorum yaparak suçun oluşmadığına karar vermiştir. Üstelik gerçekte olayda maddi gerçeğin ortaya çıkartılması, eylemin rızaya dayalı olup olmadığını tespit etmek mümkünken bu yolu tercih etmemiştir. Yeni bir inceleme yapılıp, kadının iddia ettiği üzere “kırık bir camın sonradan tamir edilip edilmediğini” araştırmak ve “tarafların olay öncesi ve sonrası birbirine karşı tutumlarını tespit etmek için tanık dinlemek” bu konuda tereddütleri önleyecektir. Bunlar taraflardan hangisinin doğru söylediğini ispat edebilecek maddi olgulardır.
Yargıtay kesin hükme varmak için, araştırma yapmak üzere dosyayı Ağır Ceza mahkemesine göndermek yerine “evinde çocukları bulunan mağdurenin ırza geçme eyleminin gerçekleştirildiği zamanlarda bağırıp çevreden yardım istememiş olmasını” mağdurenin rızasının varlığını kanıtlayan yeterli bir delil kabul etmiştir. Hâlbuki müşteki kadın, “karşı koyduğunu, saldırganı iteklediğini ancak gücünün yetmediğini çocuklarının kendisini tecavüze uğrarken görmesinden çekindiği için bağırıp yardım isteyemediğini” ifade etmektedir. Yargıtay ise eylemi değerlendirirken kadının bu ifadelerini dikkate almamıştır. Gerçekte ise hiçbir annenin bu durumda iken kendisini çocuklarının görmesini istemeyeceği açıktır. Nitekim mahkeme kararından anlaşıldığı kadarıyla çocuklardan en büyüğü on yaşından küçük olup, fiilen söz konusu saldırıya engel olabilecek durumda değildirler. Kadının eylemi değerlendirilirken kadın içinde bulunduğu psikolojik durum göz ardı edilmiştir.
Yargıtay bu konuda bir inceleme ve değerlendirme yapma ihtiyacı hissetmemiş, psikolojik rapor istenmemiştir. Bu dava dosyasında mağdur açısından psikolojik raporun aldırılmamış olması en büyük eksiklik ve hatalardan biridir. Tecavüzün delili her zaman fiziki bulgular veyahut bağırma şeklindeki yardım çağrıları değildir.Başka bir deyişle bu bulguların olmayışı veyahut mağdur kadının Yargıtay’ın belirttiği şekilde bağırmamış olması tecavüzün olmadığı anlamına gelme(mektedir).Tecavüz mağdur açısından korkunç bir deneyimdir ve aradan uzun yıllar geçse dahi izlerini taşır; Bu hususun tespitine yönelik olarak bir psikolojik raporunun (alınması) gerekmektedir. Mahkemeler ise, cinsel saldırının ispatında Adli Tıp Kurumlarının fiziksel muayene sonucunda verdiği raporları delil olarak kabul etmektedirler. Oysa mağdurlar, yaşadıkları travma nedeniyle doktora gitmekte zorlanmakta ya da olaydan çok sonra hekime başvurmaktadırlar. Bu da, fiilin fiziksel izlerinin silinmesine yol açmaktadır. (Ancak) mağdur travma sonrası stres bozukluğunu ise olayın üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin yaşamaya devam etmektedir. (Buna karşın) ülkemizde Cinsel saldırının ispatı için psikolojik raporların alınmasında çeşitli zorluklar yaşanmaktadır. Derdest dava ve soruşturma dosyalarında mağdur taraf ve vekilince talep edildiği halde bu talepler yargı makamlarınca çoğu kez reddedilmektedir. Hâlbuki AİHM "Şükran Aydın / Türkiye" davasında Şükran Aydın'ın gözaltında işkence gördüğüne ve Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 3. ve 13. maddelerini ihlal ettiğine hükmetmiştir. Mahkeme kararında, "işkence iddialarıyla ilgili olarak kapsamlı ve tarafsız bir soruşturma yürütülmediği" sonucuna varmış ve "tecavüz iddialarıyla ilgili eksiksiz bir soruşturmanın,bağımsız tıp uzmanlarınca yapılacak psikolojik muayeneyi de içermesi gerektiği" özellikle belirtilmiştir. "Soruşturma konusu suçun doğası göz önüne alındığında, tıbbi kanıtın elde edilmesi biçimi ve tıbbi raporların içeriği" yetersiz bulunmuştur. Cinsel saldırı iddialarına ilişkin davalarda psikolojik raporların bulunmasını talep eden tek kurum AİHM değildir. “İstanbul Protokolü” de cinsel işkence iddialarının değerlendirilmesinde psikolojik muayenenin gerekli olduğunu belirtmektedir (Bu nedenle uygulamada) cinsel saldırı sonrasında, muayene genellikle bekâretin durumu ve livataya ilişkin bulgular aranmakta ve fiziken bir tahribat bulunmadığında (ruhsal tahribatın varlığı araştırılmaksızın) saldırının olmadığı yönünde kanaat oluşması hatalıdır.
Bu davada psikolojik rapor istenseydi inceleneceği üzere bağırmama ya da fiziksel olarak karşı koymama, cinsel ilişkiye rızanın var olduğunu ispatlamaz. “Dissosiasyon” yani “ketlenme” ve “donma refleksi” travmatik bir olayla karşılaşan kişinin donup kalmasına ve tepki verememesine neden psikolojik bir durumdur. Dissosiasyon, ani beklenmedik, üstesinden gelinmesi zor olan korku heyecan ya da öfke
durumlarında insanlarda ortaya çıkan düşünce duygu ve davranışlar arasındaki bağlantının ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Bu durum sadece cinsel saldırı gibi ağır travmatik bir durumda değil, hırsızlık, konut dokunulmazlığını ihlal gibi beklenilmeyen durumlarda dahi kişinin tepkisiz kalarak yardım istemini engellemektedir. Ketlenme (donup kalma) durumunda, bağırıp, çağırma yardım isteme gibi davranışların gösteremeyen bir tür bağlantısızlık durumu oluştuğundan kişi beklenen davranış yerine tamamen farklı davranış gösterebilmekte, örneğin oğlunun öldüğünü öğrenen bir kadın halay çekmeye başlayabilmektedir. Zira bu durumdaki kişiler yaşadıkları travma ile ilgili zaman, mekan ve kişi gibi ayrıntıları hatırlamamakta ve bellek bozulmasının yanı sıra dehşet verici olay karşısında gösterilmesi gereken duygusal reaksiyonları gösterememektedirler.
Aynı şekilde Yargıtay cinsel ilişkinin üç defa gerçekleşmesini kadının rızası olduğuna dair iddiasına dayanak olarak göstermiştir. Ancak olay tarihinde kadının kocası, sanığın müdahalesi sonucu il dışındadır. Saldırı ilk defa gerçekleştiğinde tepki veremeyen bir kadının,daha sonra başkalarından yardım istemesi kolay değildir. Sanığın eğer herhangi birisine bu olaydan bahsederse Yargıtay’ın da kabul ettiği gibi “kendisinin cinsel ilişkiye rızası olduğunu” söylemesi, kadının bu olaydan kimseye bahsetmemesi ile sonuçlanacaktır. Yargıtay kadının “durgun halinden şüphelenen eşine olaydan yaklaşık iki ay sonra anlatmış olmasından”, “ırza geçmenin cebir şiddet kullandığına dair iddiasının durumunu mazur
gösterme düşüncesinden kaynaklandığı” sonucuna varmaktadır. Bir kadının, “eşi kendisine durgunluğunun sebebini sorduğunda, komşusu tarafından saldırıya uğradığını” söylemesinin, durumunu mazur gösterme amacına matuf olmadığı açıktır. Türkiye toplumunun genel yapısı ve hatta Yargıtay kararında dahi dile getirilmekten çekilmeyen “kadın kendisinin rızasının olduğuna” ilişkin yorum tarzı dikkate alındığında,
cebir şiddet kullanılarak cinsel saldırı suçuna maruz kalan kadının, yargılama aşamasında tekrar mağdur olacağı ve tüm hayatının olumsuz değişeceği aşikârdır. Olay toplum tarafından bilinir hale geldiğinde çevrenin olası tepkisi, cinsel saldırı suçunun derhal ihbar edilmesini
engellemektedir. Sonuçta çoğu tecavüz mağduru kadının, toplumdan dışlandığı ve bazen öldürüldüğü düşünüldüğünde, konunun karakola hemen aksetmemesi toplumsal açıdan anlaşılabilir bir sebeptir.
Nitekim olayımızdaki kadın eğer rızaya dayalı bir cinsel beraberlik gerçekleştirseydi, bu durumu kimseye söylemeden çok rahatlıkla gizleme imkanına sahipti. Mağdurenin komşusunu şikayet ederek elde edeceği maddi ya da manevi bir yarar bulunmamaktadır.Aksine olayın açığa çıkması kadının hayatını olumsuz etkilemiştir. Komşusunu şikayet ettiği için tüm aile hayatı tehlikeye düşmüş ve büyük ihtimalle aynı çevrede yaşamaya devam edememiştir. Sonuçta bir köyde yaşamaktadır, olayın savcılığa aksetmesinin kadın aleyhinde pek çok söylenti çıkmasına neden olacağı açıktır. Herkesin şüphe dolu bakışları “rızasıyla mı eşini aldattı, komşusuna iftira mı atıyor” şeklinde olacaktır.
Yargıtay kararında yer alan ifadeler de, bu söylentilere meşruiyet kazandırmaktadır. Zira bizzat yargı kararı, “kadının rızasıyla eşini
aldattığı” yönünde olmuştur. Bu yorum, şikâyette bulunan mağdureyi “suçlu” konumuna getirmiştir. Zina boşanma nedenidir. Mağdurenin eşi,
sadece Yargıtay kararını gerekçe göstererek boşanma davası açabilecek ve çocukların velayetini alabilecektir. Bunun yanı sıra müşteki kadın hakkında, “iftira” atarak yargı organlarını yanılttığı gerekçesiyle ceza davası açılabilecektir. Karar sadece toplumsal açıdan
değil, ceza ve tazminat hukuku açısından kadının zarar görmesine neden olmuştur. Sonuç itibarıyla Bafra Ağır Ceza Mahkemesi tarafları dinlemiş ve delil serbestîsi içinde vicdani kanaatini kullanarak sanığın suçlu olduğuna hükmetmiştir.
Yargıtay ise sadece dosyadaki belgeleri inceleyerek dosya üzerinden genel bir yorum yapmıştır. Delillerin serbestliği ilkesi ve yargıcın
vicdanini kanaatini sorgulayan bu değerlendirmeyi hukuki açıdan pek çok yönüyle eleştirmek mümkündür. Kadının insan hakları yönünden kabul edilemez husus, Yargıtay sanık hakkında “şüphenin sübutu yok” “şüpheden sanık yararlanır, delil olmadığı için beraata hükmedilmesi gerek” şeklinde bir ifade ile kararı bozmak yerine, direk bu durumda cinsel saldırı suçunun muhatabı olan kadın hakkında “rızası olduğu kabul
edilmelidir” şeklinde görüş beyan edilmesidir. Bu yorumun da “tamam tecavüze uğradığını iddia ediyorsun, ama önce orada ne işin vardı, onu açıkla” tarzındaki bir söylemden farkı bulunmamaktadır.Hukuki denetim mekanizması olan Yargıtay’ın maddi meselenin takdirinde hata olup olmadığını değerlendirirken kadın aleyhine bir bakış açısıyla hareket etmesi, tarafsız olma niteliğini zedelemiştir. Belirtildiği üzere cinsel saldırı suçu, genel olarak üçüncü kişilerin tanıklığına gerçekleşen, somut delilleri bulunan bir suç tipi değildir. Delil olmadığı için cinsel saldırının rızaya dayandığın kabul edilmesi, her davada kullanılabilecek bir argümandır. Bu karar mağdurun ispat edeceği bir fiziksel karşılığın verilemediği durumlarda, örnek sunulacaktır. Bu surette başka şikâyetlerin de, aynı şekilde rızaya dayalı olduğu ve suç oluşmadığı iddiasıyla sonuçsuz kalması söz konusu olacaktır. Zaten çoğu zaman yargı süreci çok yıpratıcı olduğu sanığa ceza verilme ihtimali çok düşük olmadığı için tecavüz mağdurları adli makamlara başvurmamaktadırlar. Cezasızlık da, suçu teşvik etmekte, başkalarının da aynı suçu işlemelerine imkân tanımaktadır. “Ceza yasa taslağında tecavüze suçuna suça kendisinin sebebiyet verenin de suçun faili
olacağına dair bir hüküm bulunmaktaydı. Kişinin hem mağdur hem sanık olması kabul edilemeyeceğinden yasa koyucu bu hükme yeni yasada yer vermemiş, devrim olarak kabul edilen düzenlemeler yapılmıştır. Yasa koyucu Türk Ceza Kanununda yaptığı değişikliklerde, “evlilik içi cinsel saldırıyı” dahi suç haline getirerek, kadının bedensel bütünlüğüne koruma yönünde iradesini ortaya koymuştur. Buna rağmen Yargıtay yine de “fiziksel olarak karşı koyduğunu ispat edemediğine göre kendisinin de rızası vardır” tarzında karar tesis etmiştir.
Bu durum kanunlardan ziyade, kararlardaki “zihniyetin değişmesi” gerektiğini göstermektedir. Bahis konusu karar, yasaların uygulanması için bu yöndeki yargı kararların da 16 Kişilerin birebir özdeşlik kurabildiği için toplumsal algıyı etkileme gücüne sahip televizyon dizilerinde gerçekleşen cinsel saldırı olaylarının şikayet konusu edilmemesi de medyanın sorumluluğu açısından dikkate alınması gereken bir husustur.
Türkiye'de adalet olgusu hiç bir zaman hukukun kutsallığında kendine yer bulmamıştır;çünkü normlar hiyerarşisinde en üstte olan yani anayasada bir sakatlık vardır.nasıl ki yarım doktor candan yarım hukukçu haktan ediyorsa şuan ki durumda bunu gösteriyor."HUKUK KURALLARI"Mağdurun hakkını ihlal edecek kadar keyfi yorumlanmamalı kesin ve net olacak ki insanlar evet ülkemizde adalet varmış desin...